Bir Tatlı Huzur 04/07/2019

1) Hipnoz tedavisiyle köpek korkusunu yenmek mümkün mü?

 

Evet, köpek korkusu gerçekten çok küçük yaşlardan itibaren hepimizin bir düzeyde yaşadığı şey olabilir. Ben kendi köpek korkumu söyleyeyim doğru bir şekilde baş edilmiş değil ama rahmetli babamın bir müdahalesiyle köpek korkumu yenmiştim asla tavsiye ediyor değilim hiç kimseye. Yaklaşık 6 yaşındaydım. Adana’da yazlık sinemalar vardı. Benim çocukluğum Adana’da geçti yine şu an Adana’da yaşıyorum. Çocukluğumda 6 yaşındayken annem babamla yazlık sinemalardan Adana’da Sular Semti vardır. Oradan gelirken Ziyapaşa Bulvarı’ndan çocuk parkının önünde Atatürk Parkı’nın karşısında bir yerde ben anne babamdan yaklaşık 50-60 m kadar kopmuştum. Böyle lay lay lom koşturarak giderken bir küçük çocuk olarak sonra karşıdan 5-6 tane sokak köpeği o zamanlar şimdiki gibi de bakımlı değiller. Onları belediye aşılamıyor, beslemiyor filan koşturarak üzerime doğru gelince onlar ben çok korktum ve anne babama doğru koştum, onlara sarılmak istedim korunmak istedim. Babama doğru koştum tam böyle sarılacağım ‘’Babaaaa!’’ filan derken birden suratıma bir tokat yedim ve ‘’Köpekten korkulur mu?’’ diye ağır bir azar işittim, tokatla birlikte sonra bir an çocuk halimde ne olduğunu anlayamadım ve köpekten korkulmaması gerektiğini öğrendim. Tabii bu çok keskin bir öğrenme oldu. Gerçekten ben o yaşlardan itibaren köpekten korkmam. Dikkat etmeye çalışırım ama korkmam. Yani en tehlikeli köpeklerin de yanından emniyet içerisinde geçebilirim. Çünkü babamın da çok tehlikeli köpeklerle baş ettiğine defalarca şahit oldum. Dolayısıyla bir öğrenme var, yani köpeklerden korkmamayı bir öğrenme var. Fakat bu bu şekilde olmaz tabii ki küçük bir çocuğa şiddetle müdahale edilerek köpeklerden korkmamasını sağlamak doğru bir eğitim modeli değil. Peki, hipnozla köpek korkusu yenilebilir mi tabii ki yenilebilir. Yükseklik korkusu gibi, uçak korkusu gibi, asansör korkusu gibi, kalabalığa çıkma korkusu gibi, böcek korkuları vs. gibi köpekten korkmak da hipnoz altında çözülebilecek bir şeydir. Hipnoz esasen bir çok psikoterapi için kullanılan bir araçtır. Üzerine gitme tedavilerinde de burada olduğu gibi işe yarayabilir. Zihnimizde sanal olarak köpekle karşılaştırma ve ona karşı korku duymamayı hipnoz süreçleri sırasında yapmak mümkündür. Dolayısıyla hipnozu bir sanal simülatör olarak kullanıp orada köpekle karşılaştırmak hipnoz telkiniyle ve korkmadığını telkin edip hipnozla köpeğe alışmayı sağlamak mümkün. Dolayısıyla hipnozla köpek korkusunu yenmek mümkündür.

 

 

2) Panik atak hastası, yaşamına dair karar alma noktasında hastalığından kaynaklı mazur görülebilir mi? Yoksa hastalığının karar alma mekanizmasına bariz bir tesiri yok mu?

 

 

Bu dolaylı bir soru yeterince açık değilmiş gibi gözüküyor fakat ben anlıyorum. Yani soruyu soran arkadaşımız veya bizi izleyen vatandaşımız panik hastasının aslında karar alma süreçlerinin hayatla ilgili akan kararlarının, düşüncelerinin hastalıktan etkilenip etkilenmeyeceğini söylüyor, etkilenir. Buna ‘’kognisyon’’ diyoruz yani bilişler, kavrayışlar bu düşünceler, kavrayışlar hayatın genel akışından etkilenirler. Dolayısıyla bizim neler hissettiğimiz, neler düşündüğümüz düşüncelerimizin genel akışını da belirler. Yani korku ve kaygıyla doluysak planlarımızı da bu korku ve kaygının tesirinde yaparız. Kararlarımızı da bu korku ve kaygıların tesirinde oluştururuz. Mesela bir evlilik kararı vereceksek kişinin özelliklerini bu korku ve kaygıyla inceler ona göre vazgeçeriz. Bir ticari yatırım yapacaksak yoğun kaygılar nedeniyle risk almaktan kaçınıp buna girişmeyebiliriz. Bir başkasında bu korku ve kaygı olmadığı için gereksiz yüksek riskler alıp başta yüksek kâr edip sonra ciddi zarara uğrayabilir vs. Dolayısıyla kararlarımız, düşüncelerimizin ve onları yönlendiren kaygılarımızın tesiri altındadır. Panik hastaları da kaygılarıyla olumsuz, karamsar, tedirgin, korku dolu kararlar alabilirler. Bundan dolayı mazur görülebilir mi mazur görülmek tabii farklı bir şey özür kabul edilebilir mi evet kabul edilebilir. Sonuçta diyelim ki yani bu kişi bir şeyden korkup başka bir tehlikeye, toplum zararına bir şeye yol açtıysa, bir suç işlediyse yani birinin kendini öldüreceğinden korkup o kişiyi öldürmüşse mesela çok haklı bir neden yoksa ortada gerçekten bu kaygıyı açıklayacak çok haklı bir neden yoksa bu cinayeti mazur göstermez mesela. Dolayısıyla bunlar akıl hastası değildir yani muhakemeyi bozmaz o yüzden söylüyorum ama bir düzeyde kaygının hayatımızı yönlendirdiği ve dolayısıyla da düşüncelerimizin o yönde şekillendiğini bilmemizde fayda var.

 

 

3) Ergenlerde sosyal medya bağımlılığı sorunu nasıl çözülür? Örnek; Instagram…

 

 

Sosyal medya bağımlılığı yani aslında hepimiz bir düzeyde yoğun olarak sosyal medyayla ilgileniyoruz maalesef. Hatta Apple’ın telefonları günde kaç saat vakit geçirdiğinizin istatistiklerini de önünüze döküyor tabii ergenlerde, gençlerde sosyal medyayla çok yoğun olarak ilgilenebiliyorlar. Anlaşılan bir bu soruyu bize yazan izleyicimizin bir yakını daha çok Instagram’la ilgili Instagram’da en genç nüfusun, en eğitimli unsurun daha çok ilgilendiği medya unsuru gibi ve şu anda da galiba dünyada en hızlı büyüyen sosyal medya Instagram. Facebook popülaritesini bir ölçüde yitiriyor Twitter’da kayba uğradı bir miktar bildiğim kadarıyla zaten Instagram ve Twitter kullanıcılarının da eğitim statülerinin Facebook’tan daha yukarıda olduğunu ve daha genç kuşaklar olduğunu biliyoruz. Bu da bir tür tabii bağımlılık gibi bir tür vakit kaybına yol açabiliyor. Bununla birlikte dünya geçmişte nasıl yoğun televizyon seyrediyorduysa dünyada ortalama 5 saat 7 saat ‘’Çocuklar, gençler, ergenler, erişkinler çok televizyon seyrediyor!’’ diye şikâyet ediliyordu bundan 20-30 sene önce şimdi ‘’Herkes sosyal medyayla, ellerindeki ekranlarla ilgileniyorlar.’’ diye şikâyet ediyoruz. Fakat dünyada o ekranlardan ibaret neredeyse onlar üzerinden tüm dünyayı izliyoruz. Fakat önemli olan bir günün içerisinde ne kadar zamanımızı aldığı ve diğer işlerimizi yapmaya mani olup olmadığı. Diyelim ki ben doktorum sosyal medya bağımlılığım nedeniyle mesleğimi yürütemeyecek kadar sosyal medyayla ilgileniyorum. Diyelim ki muayenehanemde hastaları göremiyorum, diyelim ki çocuklarımla, ailemle ilgilenemiyorum, diyelim ki beslenmem bozuluyor, diyelim ki diğer sosyal, mesleki işlevlerimi kaybediyorum sosyal medya yüzünden ‘’Sürekli sosyal medya veya Instagram’la ilgileniyorum.’’ diye o zaman bu hiç şüphesiz bir sorundur. Bu sorunu çözmek için belki bir psikiyatristten bile yardım almak gerekebilir. O düzeyde tüm hayatı işgal eden bir bağımlılık ve meşguliyet bir psikiyatrik yardım gerektirebilir. Özellikle bir takıntı gibi sürüyorsa bu şunları şunları şunları yapmadan eksik kalıyor şeklinde bir obsesyon gibi bir takıntı gibi düşünülebilir veya alkol madde bağımlılıkları gibi düşünebilir. Sistematik bir çaba ondan uzak kalmayı özendirecek şekilde bazı ödevler oradan uzaklaşmamızı sağlayabilir. Bir ergende de sosyal medya bağımlılığının çözümü için belki psikiyatristten yardım alınabilir ama orada ölçüyü koymak lazım. Yani akranlarından daha mı fazla ilgileniyor sorusu önemli bence çünkü hepimiz belli bir sosyokültürel zeminde yaşıyoruz. Yine gündelik işlerini yapmasına mani oluyor mu sorusu da önemli bu kadar çok mu ilgileniyor. Üçüncüsü uykusunu bozacak kadar mesela dikkat sorunlarına yol açacak kadar konsantrasyonunu bozacak kadar sürekli sosyal medyanın başında mı bunlar da hesaba katmamız gereken diğer ölçütler. Eğer bunlar varsa bu tabii bir sosyal medya bağımlılığı anlamında bir bağımlılık tanımlıyor değilim ama genel anlamda cep telefonu vs. kullanımıyla ilgili bazı ölçütler var. Bunlara da yakın ve psikiyatrinin de genel ölçütleri var. Bu çerçevede bir sınır çizmeye çalışıyorum; gündelik hayatı etkiliyorsa, sosyal/mesleki işlevi bozuyorsa o zaman bir psikiyatristten yardım almak faydalı olabilir. Bir de bu tür davranışların arkasında başka psikiyatrik hastalıklar da olabilir. Yani size sosyal medya bağımlılığı gibi gözüken şey pekâlâ bir bipolar bozukluk tezahürü olabilir, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olabilir, depresyon olabilir, sosyal fobi olabilir insanlarla doğrudan konuşamadığı için bu yöntemler üzerinden temas ediyor olabilir. Dolayısıyla bunların ayrımı için de bir psikiyatriste danışmakta fayda var. Fakat her şeyin hastalık modeli içerisinde ele alınmasından daha çok bir sorun ve gündelik hayatı aksatan bir yaşam biçimi stili şeklinde de düşünülmesinde fayda var. Bunların her birine de tek tek çözümler aranabilir. Yani hastalık olarak etiketlemeden evvel önce bu sorunun nasıl çözülebileceğinin üzerinde durmak lazım. Yani basit bazı teknikler üzerinden çözülüp çözülemeyeceğini düşünmek lazım. Yani bir ergenin de günlük sosyal medya kullanma zamanını normalin çok ötesinde bir süreye yaydığını veya gündelik ilişkilerini tamamen bozduğunu, okul, aile yaşantısı, uyku düzenini baştan aşağı bozduğunu görüyorsak hiç şüphesiz bu müdahalesi gereken bir olaydır. Bir hastalık olabilir veya olmayabilir ama hekimden bir psikiyatristten yardım almak her zaman bize yol gösterici olabilir. Bazen de çok iyi davranışçı yöntemler uygulayan klinik psikologlar da bu konuda destek sağlayabilir ama benim önerim bu konuda öncelikle bir psikiyatristle temas etmek olacaktır.

 

 

 

4) Bir şeyi psikiyatrik hastalık olarak nasıl belirliyorsunuz? Normaline kim karar veriyor? Belki de normal olan insanlara hastasınız diye tedavi etmeye çalışıyoruz ve asıl hasta kendini normal sananlar. Normali belirleyen kim ve kriterler neler?

 

 

 

Ben psikiyatri okumadan önce seneler evvel hani psikiyatride normal ne anlama geliyor vs. diye bir makale yazmıştım yabancı bir yazarın da makalesinden etkilenerek. Şimdi az önce saymaya çalıştığım ölçütler yani toplumsal mesleki işlevsellik çok önemli. Yani bir kişinin herhangi davranışını bir hastalık olarak nitelendirmeden evvel o davranışlar bütününün onun toplum içerisindeki ve mesleki faaliyetleri, öğrenciyse öğrenci, hekimse hekim, öğretmense öğretmen veya babaysa baba onun toplumsal işlevselliği o faaliyetleri bunları bozup bozmadığına bakıyor olmak gerekir. Bir tutarsızlık ortaya çıkıyor mu ona bakmak gerekir yaşantılarda gerçeği değerlendirme yetisini bozuyor mu mesela biraz evvel panik bozukluk hastasıyla ilgili soruda soruyu soran kişi bu kişilerin aldıkları kararlar sağlıklı mıdır değil midir diyerek gerçeği değerlendirme yetisini soruyor. Yani gerçeği değerlendirme yetisinin de bozulması da akıl hastaları için konuşuyorum önemli sadece psikiyatrik hastalık değil. Psikiyatrik hastalıkların bir kısmında gerçeği değerlendirme yetisi bozulmaz ama hastalık olabilir yine de işlevsellik bozulduğu için mesela panik bozukluk. Şimdi bir kere bu soruların sıklıkla doktorlara geliyor olması kendi başına bir önem arz ediyor. Yani toplumun bu konunun çözümüne dair bir arayış içerisinde olduğunu gösteriyor. Evet, bazen bu arayış gerçek dışı, saçma, gereksiz bir hassasiyet düzeyinde de gerçekleşebilir. İşte tüm bunlara karşı insanlık yeni aletler geliştirmiş. Zannedilmesin ki psikiyatri bir ölçütler sistemine sahip değil bakın DSM-5; Amerikan Psikiyatri Birliği’nin şimdi beşincisini yaptığı daha önce ara versiyonlar da var mesela DSM-3R, DSM-4TR gibi yani ara formlarında olduğu bugüne kadar çeşitli düzenlemelerden geçmiş 5 ana düzenleme var bir de ara düzenlemeler var. Yani böyle yüzlerce sayfayla mesela bu kitabın Türkçe hali 400 sayfa civarında geniş haline de bakarsanız binleri bulacak. Sayfa içerisinde psikiyatrik hastalıklar ayrıntılı bir biçimde tanımlanmış durumda ve bu kitabın adı  Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders yani tanısal ve istatistiki sayımsal kitabı neyin zihin hastalıkları, psikiyatrik hastalıkların. Yani istatistiğe dayalı bir tanı sistemi DSM-5. Zihinsel hastalıklar için teşhise ve istatistiğe dayalı tanı kitabı. Şimdi bu hastalıkların tanısına varırken çoğu zaman 20000-30000-4000 hastanın üzerinde yapılan analizlerin sonucunda buraya belirtiler giriyor. Dolayısıyla bu herhangi bir şey değil. Yine benzer şekilde ICD-10; International Statistical Classification of Diseases and Related Health Problems. Yani hastalıkların uluslararası sınıflanması bu da Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı bir sınıflamadır ve ICD-10’unda psikiyatriyle ilgili böyle bir kitabı var. Bu da DSM-5 ile bir çok açıdan paralel Amerikan Psikiyatri Birliği’nin kitabıyla. Dolayısıyla hiç kimse kendi kafasından bir hastalık uyduruyor değil. Bunlar geniş araştırmaların neticesinde ortaya çıkan istatistiksel dökümlerdir ve tanısal geçerliliği çok yüksek klinik tablolardır. Bununla ilgili bir şey söyleyeyim size yapılmış deneyler var. Yani iki patologun bir preparat bir kesit üzerinde tümör veya vs. üzerindeki anlaşma, oylaşma oranları iki psikiyatristin anlaşma, oylaşma oranlarından çok daha düşük. Yani gözle görülen hücrelerin yapısı üzerinden tanı konulan dört dörtlük yapılar üzerinden gözlenebilen tanılardan psikiyatrik tanılar çok daha geçerli gösterilmiş. Dolayısıyla psikiyatrik tanıların geçerliliğinin sorgulanması çok doğru değil. Bunlar çok sayıda belirti ile tanımlanmış durumda bir de belirtiler asla bireysel olmadığı gibi tanımlanabilir şeyler. Bu söylediğim toplumsal, mesleki işlevselliği bozup bozmadığı maddesi diğer yandan madde kullanımıyla ortaya çıkıp çıkmadığı maddesi yani esrar kullanımı da alkol kullanımı da extacy kullanımı da bir çok psikiyatrik belirtinin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Öyle olup olmadığını da ayrıştırılmasını istiyor olması da ve diğer tıbbi hastalıklara bağlı olmadığını göstermesini bekleme de işte bir tümöre, bir epileptik atağa vs. veya ‘’deliryum’’ denilen kandaki elektrolit tablosunun değişimiyle ortaya çıkan psikiyatrik belirtiler olup olmadığı konusunun ayrıştırılması da yine bu tanısal sistemin dikkate değer ayrım noktalarındandır. Biz bunlara ‘’dışlama ölçütleri’’ diyoruz. Yani bir psikiyatrik tabloyu doğrudan gördüğümüzde tanıyı yapıştırmıyoruz. Bunun diğer nedenlerinin olup olmadığı konusunu incelikli bir biçimde çalışıp ayrıştırıp sonra karar veriyoruz. Dolayısıyla biz bu kitaplara sık sık bakıyoruz bakın bunlar benim masamda duruyor ve ben 28 yıldır bir hekim 27 yıllık bir psikiyatrist mesleğin içinde bir kişi olarak yaklaşık 22 yıldır da bir psikiyatri uzmanı olarak sürekli bu kitaplara müracaat ediyorum. Yani bir başına tanısal kararları ezbere kafamdan almıyorum. Kafamın karışık olduğu her konuda bu kitaplara müracaat ediyorum yine sıklıkla psikiyatristlerin ve tüm hekimlerin müracaat ettiği PubMed veya Medline denilen dünyadaki akademik araştırmaların motoruna bir tür Google gibi akademik motora müracaat edip yeni araştırma ve verileri gözden geçirerek hem tanı koyuyoruz hem de tedavi yaklaşımları gösteriyoruz. Dolayısıyla böyle kimse oturduğu yerden kimse kimseye psikiyatrik tanı uydurmuyor. Yani ‘’Asıl hasta kendini normal sananlar.’’ demiş böyle bir şey yok. Psikiyatristler doğrudan tıbbi, bilimsel verilere dayalı olarak tanılarını koyuyorlar. Hepsinin de ölçütleri var.

 

 

 

5) Eşim, 2. çocuğa 6 aylık hamileyken strese bağlı yükselen tansiyon düşürülemedi. Erken doğumla doğan bebeğimiz 1 kg doğduğu için yoğun bakıma alındı. Ertesi gün eşim gözaltına alındı. Bu yaşanan olaylardan sonra çocuklar veya kendisi hastalandığında, bir hastane işi olduğunda panikliyor ve tansiyonu yükseliyor. Bunun üstesinden gelmesi için neler tavsiye edersiniz?

 

 

 

Evet, böyle üstesinden gelmek için neler tavsiye edersiniz şeklinde çok soruyla karşılaşıyoruz biz psikiyatrik tablolarla ilgili sosyal medya hesaplarından bir dizi şeyi böle ayrıntılarla tanımladıktan sonra burada olduğu gibi de değil bazen sayfalarca bilgiler döküldükten sonra ‘’Ne tavsiye edersiniz?’’ diye bitiyor. Yani uzun bir öykü sonuçta o öyküyü okuyan psikiyatristin ‘’Hımm bundan sonra şöyle yaparsanız geçecek veya uykudan evvel şu ilacı alın hepsi düzelir.’’ ya da 3 İhlas 1 Elham okuyun düzelir.’’ gibi bir tavsiye beklentisiyle neredeyse bitiyor. Bunu özellikle vurguluyorum lütfen soruyu soran arkadaşımız alınganlık göstermesin. Psikiyatrik hastalıkların tedavisinde böyle tek bir tavsiye tek bir cümle, yapılacak birkaç küçük işlemle halledilecek şeyler değildir. Mesela dizinin yan bağında kopma olan bir ortopedik hasta nasıl ameliyata alınıyor, onlar dikiliyor belli birkaç süren operasyonla ondan sonrasında ameliyattan çıkıyor ve adım adım iyileşiyorsa psikiyatrik hastalıkların da geçirilecekleri belli işlemler var. Dolayısıyla tavsiye konusu değil. Yani hiç ortopediste yan bağı kopmuş olan hastaya ne tavsiye edersiniz şeklinde bir soru sormuyoruz. Gidiyoruz o ‘’Ameliyata girmen lazım!’’ diyor biz de ameliyata giriyoruz ve o yan bağları yeniden dikiyorlar. Sonra iyileşiyoruz bilmem ne kadar süre dizimiz atelde, alçıda kalıyor sonrasında da iyileşiyor. Psikiyatrik hastalıklar da böyle ciddi önlemler gerektiriyor. Bunlar bazen ilaç tedavisi bazen psikoterapi bazen EKT tedavisi veya TMS / TMU gibi tekniklerle mesela 20 gün TMS uygulamakla veya 7-12 arasında EKT uygulamakla beyni iyileştiriyor. Dolayısıyla burada da bahsedilen yoğun kaygı durumu kişinin geçmişteki yaşantıları da hatırlayarak kaygı duyması, tansiyonunun yükselmesi vs. bunlar bariz kaygı bozukluğu demek bunun için psikiyatriste başvurup düzgün tedavi almak gerekiyor. Bu çoğu zaman ilaç tedavisi ve bazen de buna eşlik eden düzgün bir psikoterapi demektir. Dolayısıyla bizim tavsiyemiz; böyle bir hasta psikiyatriste başvurmalıdır ve onun öngöreceği tedavi modeline uyup ilerlemedir.

 

 

6) Dedikodu psikiyatrik bir hastalık mıdır? Dedikodu ile müzakere etme ayrımı konusundaki tavsiyeleriniz nelerdir?

 

 

Dedikodu psikiyatrik bir hastalık değildir. Dedikodu bizim başkaları hakkında başka olaylar hakkında bazen de kişileri yermek maksatlı yaptığımız konuşmalardır. Yani halk arasında veya dini literatürde ‘’gıybet’’ diye geçen bir kişinin yokluğunda onunla ilgili olumlu veya olumsuz bir takım şeylerden bahsetmektir veya olmuş ya da olmamış çoğu zaman da olmamış şeyler üzerinden konuşulur. Bazen de olmuş ama bizim olumsuz yanlarını gördüğümüz konular konuşulur. Yani çok hoşlanmayacağı bir şeyi onun yokluğunda konuşmak gibi bu tabii hem dinde çok hoş görülmeyen bir şey hem medeni bir yaşamda ortamda olmayan kişilerin kendini savunma hakkı olmayan kişilerin hakkında konuşmak ahlaken çok hoş görülmez ama hemen tamamımız bir düzeyde yaparız. Hani ben din hocası değilim ama bu dinde kardeşinin etini yemek olarak adlandırılıyor galiba Kuran’daki bir ayete dayalı olarak. Yani kötü eylem sonuçta orada bulunmayan bir kişiyi çekiştiriyoruz, üzücü bir şey aslında türümüze ait kötü bir davranış modeli. Bunun hastalıkla bir ilgisi yok yani şizofreni, kaygı bozukluğu, depresyon adama dedikodu yaptırtır böyle bir şey yok ama kaygısı yüksek cesareti düşük insanların yüzüne söyleyemedikleri şeyi arkalarından konuşma eğilimi yüksektir. Bunu anlayabiliyoruz, belki de dedikodunun bir kaynağı bu olabilir. Dolayısıyla belki böyle bir hastalıkta etkisi olabilir ama dedikodu yapmanın kendisi asla bir psikiyatrik hastalığın kendisi değildir. Sorunun ikinci kısmı yani bir konuyu analiz etmek tam incelemek lehte ve aleyhte koşullarını takip etmek ve ayrıştırmaya çalışmak müzakereye girer ve gelişmiş tüm toplumlar olan biteni inceleme, ayrıntılı bir biçimde eleştirme, oradan yeni bir kural çıkarma gibi özelliklere sahiptir. Mesela Amerika’da bazen senaryo planlar üzerinde gelişmemiş bir ülkede darbe planı üzerinde filan çalıştıklarını biliyoruz. Bu dedikodu yapmak mıdır hayır bir senaryo üzerinde çalışmaktır, taktik ve stratejik bir çalışmadır. Eğer devletin, toplumun kamunun yararı için böyle bir proje üzerinde çalışılıyorsa böyle bir şey söylenemez. Türkiye’de de zaman zaman benzerleri genelkurmay stratejilerinde yapılabilir. Burada önemli olan başka kişinin haklarının çiğnenmemesidir. Kasıt onları yıpratmak vs. değilse gerçekten bir somut durum varsa ve onu tartışmaya açmaksa bu konuda bizim bir şey söylemeye hakkımız yok. Belki din adamlarının yapabileceği bir yorum olabilir ama psikiyatri açısından dedikodunun tek başına bir hastalık olmayacağını da tek başına söyleyebiliriz. Bu tabii dedikodu yapalım anlamında bir şey değil ama çoğumuzun da gündelik yaşamında farkında olarak olmayarak maalesef başvurduğu iyi olmayan bir iletişim biçimi.

 

 

7) Bipolar bozukluğun 1-2-3-4 gibi dereceleri var mıdır? Beyindeki kimyasal bir biyolojik eksiklikten (lityum) bahsedilir. Tetikleyen psikoloji de var mıdır? Son yıllarda çok fazla duymaya başladık bipolar bozukluğu. Bu hastalık da postmodernizmle mi ilgili?

 

 

Evet, bununla ilgili denemeler var özellikle Brezilya’da bir araştırmacı grubu bu konuda bizim de araştırmalarımıza atıflar yaparak özellikle bizim oksidatif stresle ilgili çalışmalarımızın sonucuna ve kendi oksidatif stresle çalışmalarının sonucuna dayanarak bipolar bozukluk hakkında bir evreleme aynı kanserde olduğu gibi bir evreleme yapmaya çalıştırlar. Buna göre daha hafif doku kayıplarıyla giden veya oksidatif stresdeki bozulmayla giden hastalık evrelerini daha düşük gösterip daha sonra beyin dokusu kaybıyla giden veya MR’da bariz beyin dokusundaki kayıpları gösteren çalışmaları daha üst derecelerle nitelendirerek bir ağırlık derecelendirmesi yaptılar. Fakat bu şu anda dünyada yaygınlık kazanmış bir değerlendirme sistemi değil bu grubun bir önerisi ve halen bir öneri. Çok sayıda bilimsel yayında geçiyor ama dünyada yaygınlık kazanmış durumda değil. Buna göre araştırmalar bu sınıflamaya göre yapılıyor ve yürütülüyor ama bu grup ısrarla bu alanda çalışmaları sürdürüyor. Sorunun devamında beyinde lityum eksikliğinden bahsediyor böyle bir şey yok bu bir yanlış anlama. Lityum bipolar bozuklukta kullanılan ilaçlardan biridir sadece ve onun da monitorize yani takip edilip kan seviyesinin ara ara ölçülmesi gerekir. Çünkü yüksek seviyelere çıktığında zehirlenmelere yol açıyor vücutta sonu ölümle bitebilecek şeylerdir. Yoksa eksiklik filan bakılmıyor bu beynin tabi bir elemanı değildir. B12 bakar gibi vitamin D bakar gibi kandaki düzeyi vitamin değerlendirmesi gibi yapmıyoruz. Almakta olduğu bir ilacın seviyesini ölçmekten ibaret. Dolayısıyla beyinde veya vücutta lityum eksikliği denen bir şey yoktur. Tedavisini verdimiz hastada tedavinin yeterli olup olmadığını ölçmek için yaptığımız bir işlemden ibarettir o kadar. Yoksa vücutta doğal olarak bulunan lityum öyle kanda ölçtüğümüz miktarlara asla ulaşabilecek bir kimyasal değildir. Bipolar bozukluğu tetikleyen psikolojinin var olup olmadığını sormuş; evet vardır. Özellikle öfke ve insanlarla olan ilişkilerdeki bozulma bipolar bozukluğu tetikler. Özellikle de manik hipomanik belirtileri daha çok tetikler. Bu nedenle de bipolar bozukluğun tedavisinde ‘’kişilerarası ilişkiler ve sosyal ritim terapisi’’ diye bir tedavi geliştirilmiştir. Bu tedavinin en önemli parçası hastaların diğer insanlarla olan ilişkinin doğru düzenlenmesinin sağlanmasıdır. Bu sayede kişilerin uyku düzeni de bozulmaz ve hastalık yeniden yeniden tekrar etmez. Dolayısıyla tetikleyen bir psikoloji ve tetikleyen bir gerilim ortamı vardır ve bununla baş etmek gerekir. Son yıllarda çok duyuluyor denmiş çünkü dünyada daha sık olduğuna ilişkin veriler ortaya çıkıyor. Daha önceleri bu hastalığın %1 civarında olduğu düşünülüyordu fakat alt tipleriyle birlikte %8’lere kadar yaygın bir hastalık olabileceği üzerine araştırmalar artıyor. Hastalığın hafif formları da var. Bu hafif formların yeterince dikkate alınmadığı ve hayatı ciddi anlamda bu hastalığın etkilediği üzerinde duruluyor. Dolayısıyla sık duymamızın nedeni bu. Bipolar bozukluk hakkında en fazla yayınların geliştiği psikiyatrik konulardan birisidir. Bu konuyla da ilgili araştırmalar var ‘’Son yıllarda bipolar bozukluk arttı!’’ diye dolayısıyla bu tespit doğru. Bu hastalık da postmodernizmle yani modernlik sonrası dönemle yani Sanayi Devrimi sonrasında ortaya çıkan dünyada ilerlemeye yönelik olan bir zaman dilimi tam başlangıç tarihi ne zamandır bilmiyorum ama 20. yy. modernlik dönemi sayılır bu anlamda. 20. Yüzyıl’da 2 tane savaş dönemi yaşadık ve insanlık ciddi anlamda yıkıldı, çeşitli sorunlar yaşadı. Artık çeşitli sorunlar nedeniyle de postmodernizmden söz edildi. Hatta Türkiye’de bir darbeye de postmodern darbe denildi 28 Şubat için. Çünkü doğrudan doğruya askerin yönetime el koymadığı ama bir şekilde mevcut hükümeti medya vs. üzerinden sarsarak düşürdüğü bir yöntemdi. Dolayısıyla biraz daha soyut bir darbeydi ve böyle adlandırıldı. Bu hani postmodernizm, modernitenin sona ermesi ve her şeyin biraz karmaşık ve muallak hale gelmesi edebiyatta özellikle postmodernliğin her şey gider mottosuyla, sloganıyla biraz karışık modern olanla gelenek olan pozitivist olanla soyut ve manevi olan yaklaşımın bir arada olduğu bir edebiyat ve sanat anlayışı ortaya çıktı. Bunun doğrudan bipolar bozuklukla ilgisi yok yani öncelikle bunu söyleyeyim. Bu hastalık postmodernizmle filan ilgili değil hiçbir şekilde moderniteyle de ilişkisi yok. Gittikçe daha çok tekniklerin ilerlemesiyle anlaşılan bir hastalık ve tedavisi de mevcut ve mümkün. Uyku düzeniyle çok ilişkili olduğu için mesela insanların televizyonun, radyonun keşfinden sonra daha az sürelerle uyuması, elektriğin ve aydınlatmanın artması nedeniyle çok geç saatlere kadar uyumaması, sabahlara kadar uyanık kalması vs. gibi süreçler hastalığın tetiklenmesini arttırıyor. Bu anlamda belki hani postmodernizmle ilgili değil de modernizmle ilgili bir miktar alakalı diyebiliriz. Bir modernite olarak vardiyalı çalışma düzeni bu hastalığı tetikleyen nedenlerden birisidir. Dolayısıyla özetle postmodernizmle alakalı değil ama modern dönemle modern çağ ile çalışma düzeniyle, ışık ve yaşam düzeniyle alakalı olduğu anlaşılıyor diyebiliriz. Yine bugünlerde fazlaca dijital ekranlarla ilgilenmek de hastalığın seyrini bozuyor gösterildi. Belki bu yönüyle de biraz postmodernizmle alakalı diyebiliriz.

 

    

8) Kardeşim olmayan tehditler algılıyor. Düşmanları olduğunu söylüyor. Doktora gitmeyi de reddediyor. Ne yapılabilir?

 

 

Burada anlatılan şey çok ciddi bir akıl hastalığı gibi gözüküyor, psikoz dediğimiz şey. Buna neden olan mesela esrar, alkol kullanımı olabilir. Aileden tevasur eden bir şizofreni hastalığı olabilir. Başka bir madde kullanımı nedeniyle tüm bunlar ortaya çıkıyor olabilir. Uzunca süre iyi gitmeyen bir uyku düzeni nedeniyle hastalık tetikleniyor olabilir. Doğrudan bir akıl hastalığı olabilecek bir depresyon, bipolar bozukluk vs. eşlik eden psikotik belirtiler yani akıl hastalığı belirtileri nedeniyle bu belirtiler ortaya çıkıyor olabilir. Burada kardeşinin kaç yaşında olduğunu vs. bilmiyoruz doktora gitmeyi de reddetmesi içgörünün olmaması yani olan bitene karşı farkındalığın da çok düşük olduğunu gösteriyor ki bu da tedavi açısından bir başka risk. Bu tür durumlarda hasta yakınlarına karşı çok basit bir yöntem öneriyoruz. Hani siz doktora gidiyormuş gibi hastaya takdim edebilirsiniz. ‘’Ben falanca doktora gideceğim. Bazı sorunlarım var sen de bana yardımcı olur musun? Yanımda gelir misin?’’ denilebilir. Bu bir kandırmaca tabii ki doğru olmaz diye düşünebilirsiniz fakat bununla ilgili bir ihtimam gösterebilirsiniz. Hastayı tedaviye ikna etme açısından bazı kurmaca ve oyunları içeren ama sonuçta ona karşı dikkati ve saygıyı hiçbir biçimde hafife almayacak ve empatiyi öne alacak yaklaşımların bu şekilde de olsa işe yarabildiğini biliyoruz. Dolayısıyla hastayı hekime ulaştırmak, hekim tarafından ne olduğunun anlaşılması açısından çok kritik. Çeşitli vesilelerle bu tedavi kabul ettirilebilir. Yani o kişi ‘’Ben bir akıl hastasıyım ve bu tedaviyi almak zorundayım!’’ diye düşünmeyebilir. O sırada baş ağrısı, başkalarıyla olan çatışmaları, bozuk uyku düzeni, mide bulantısı vs. gibi bir vesileyle doktor tarafından tedaviye ikna edilebilir. Bunlar da aylık enjeksiyonlar vardır tüm ayı kurtarabilir. Hatta şimdi 3 aylıklar da çıktı. Bu şekilde hastanın uzunca bir süre rahat edebileceği tedavinin alınmasıyla neticelenebilir. Bu da hekimin yani psikiyatristin bilgi ve becerisiyle başarabileceği bir işlemdir. Dolayısıyla böyle bir hastayı psikiyatriste ulaştırmak ve öncesinde de iyi bir psikiyatrist araştırması yapıp, psikiyatristin bu yetkinlikte olup olmadığını anlayıp hastamızı o şekilde hekime ulaştırmak çok sayıda sorunu çözücü olabilir.

 

 

9) Depresyon ile maddiyat arasında alaka var mıdır? Maddi yetersizlikten kaynaklanan; ev kirası, faturalar, kişisel bakım ihtiyaçları gibi gereksinimleri karşılayamayıp günlük yaşamı devam ettirmekte zorlanan bir kişinin maddi imkânları yüksek olan bir kişiye göre depresyona girme ihtimali daha yüksek değil midir?

 

 

Böyle birebir kişinin gelir düzeyiyle depresyon arasında ilişki kuran çalışmalar yakın zamana kadar çok yoktu. Ekonomik sıkıntılarla depresyon arasında doğrudan ilişki kurulamıyordu ama bunun istisnası olan bazı çalışmalar ortaya çıktı. Tüm ayrıntılarına hâkim değilim ama artık diyebiliriz ki fakirlik gerçekten depresyonu tetikleyebilir. Ciddi yaşamsal sorunlarla uğraşmak depresyonu tetikleyebilir veya başka psikiyatrik hastalıkların da kaygı bozuklukları vs. gibi tetiklenmesine vesile olabilir veya en azından ortaya çıkmış psikiyatrik hastalıkların kötü seyretmesine sebep olabilir. Eskisi gibi maddiyatla psikiyatrik hastalıkların hiçbir ilişkisi yoktur diyerek genel bir cevapla bunu geçiştirmek mümkün değil. Olumsuz ekonomik koşulların hiç şüphesiz her alanda yaptıkları olumsuz etkiler gibi ruh sağlığı alanında da olumsuz sonuçlara yol açma riski her zaman daha yüksektir.

 

 

Bu metin, Prof. Dr. Haluk Savaş’ın Ahval haber sitesi ve kendi Youtube kanalında yayınlanan ‘’Bir Tatlı Huzur Prof. Dr. Haluk Savaş’la Soru-Cevap Psikiyatri’’ programının yazılı halidir.