1) Hipnoz tedavisiyle
köpek korkusunu yenmek mümkün mü?
Evet, köpek korkusu gerçekten çok küçük yaşlardan itibaren
hepimizin bir düzeyde yaşadığı şey olabilir. Ben kendi köpek korkumu söyleyeyim
doğru bir şekilde baş edilmiş değil ama rahmetli babamın bir müdahalesiyle
köpek korkumu yenmiştim asla tavsiye ediyor değilim hiç kimseye. Yaklaşık 6
yaşındaydım. Adana’da yazlık sinemalar vardı. Benim çocukluğum Adana’da geçti
yine şu an Adana’da yaşıyorum. Çocukluğumda 6 yaşındayken annem babamla yazlık
sinemalardan Adana’da Sular Semti vardır. Oradan gelirken Ziyapaşa Bulvarı’ndan
çocuk parkının önünde Atatürk Parkı’nın karşısında bir yerde ben anne babamdan
yaklaşık 50-60 m kadar kopmuştum. Böyle lay lay lom koşturarak giderken bir
küçük çocuk olarak sonra karşıdan 5-6 tane sokak köpeği o zamanlar şimdiki gibi
de bakımlı değiller. Onları belediye aşılamıyor, beslemiyor filan koşturarak
üzerime doğru gelince onlar ben çok korktum ve anne babama doğru koştum, onlara
sarılmak istedim korunmak istedim. Babama doğru koştum tam böyle sarılacağım
‘’Babaaaa!’’ filan derken birden suratıma bir tokat yedim ve ‘’Köpekten
korkulur mu?’’ diye ağır bir azar işittim, tokatla birlikte sonra bir an çocuk
halimde ne olduğunu anlayamadım ve köpekten korkulmaması gerektiğini öğrendim.
Tabii bu çok keskin bir öğrenme oldu. Gerçekten ben o yaşlardan itibaren
köpekten korkmam. Dikkat etmeye çalışırım ama korkmam. Yani en tehlikeli
köpeklerin de yanından emniyet içerisinde geçebilirim. Çünkü babamın da çok
tehlikeli köpeklerle baş ettiğine defalarca şahit oldum. Dolayısıyla bir
öğrenme var, yani köpeklerden korkmamayı bir öğrenme var. Fakat bu bu şekilde
olmaz tabii ki küçük bir çocuğa şiddetle müdahale edilerek köpeklerden
korkmamasını sağlamak doğru bir eğitim modeli değil. Peki, hipnozla köpek
korkusu yenilebilir mi tabii ki yenilebilir. Yükseklik korkusu gibi, uçak
korkusu gibi, asansör korkusu gibi, kalabalığa çıkma korkusu gibi, böcek
korkuları vs. gibi köpekten korkmak da hipnoz altında çözülebilecek bir şeydir.
Hipnoz esasen bir çok psikoterapi için kullanılan bir araçtır. Üzerine gitme
tedavilerinde de burada olduğu gibi işe yarayabilir. Zihnimizde sanal olarak köpekle
karşılaştırma ve ona karşı korku duymamayı hipnoz süreçleri sırasında yapmak
mümkündür. Dolayısıyla hipnozu bir sanal simülatör olarak kullanıp orada
köpekle karşılaştırmak hipnoz telkiniyle ve korkmadığını telkin edip hipnozla
köpeğe alışmayı sağlamak mümkün. Dolayısıyla hipnozla köpek korkusunu yenmek
mümkündür.
2) Panik atak hastası,
yaşamına dair karar alma noktasında hastalığından kaynaklı mazur görülebilir
mi? Yoksa hastalığının karar alma mekanizmasına bariz bir tesiri yok mu?
Bu dolaylı bir soru yeterince açık değilmiş gibi gözüküyor
fakat ben anlıyorum. Yani soruyu soran arkadaşımız veya bizi izleyen
vatandaşımız panik hastasının aslında karar alma süreçlerinin hayatla ilgili
akan kararlarının, düşüncelerinin hastalıktan etkilenip etkilenmeyeceğini
söylüyor, etkilenir. Buna ‘’kognisyon’’ diyoruz yani bilişler, kavrayışlar bu
düşünceler, kavrayışlar hayatın genel akışından etkilenirler. Dolayısıyla bizim
neler hissettiğimiz, neler düşündüğümüz düşüncelerimizin genel akışını da
belirler. Yani korku ve kaygıyla doluysak planlarımızı da bu korku ve kaygının
tesirinde yaparız. Kararlarımızı da bu korku ve kaygıların tesirinde
oluştururuz. Mesela bir evlilik kararı vereceksek kişinin özelliklerini bu
korku ve kaygıyla inceler ona göre vazgeçeriz. Bir ticari yatırım yapacaksak
yoğun kaygılar nedeniyle risk almaktan kaçınıp buna girişmeyebiliriz. Bir
başkasında bu korku ve kaygı olmadığı için gereksiz yüksek riskler alıp başta
yüksek kâr edip sonra ciddi zarara uğrayabilir vs. Dolayısıyla kararlarımız,
düşüncelerimizin ve onları yönlendiren kaygılarımızın tesiri altındadır. Panik
hastaları da kaygılarıyla olumsuz, karamsar, tedirgin, korku dolu kararlar
alabilirler. Bundan dolayı mazur görülebilir mi mazur görülmek tabii farklı bir
şey özür kabul edilebilir mi evet kabul edilebilir. Sonuçta diyelim ki yani bu
kişi bir şeyden korkup başka bir tehlikeye, toplum zararına bir şeye yol
açtıysa, bir suç işlediyse yani birinin kendini öldüreceğinden korkup o kişiyi
öldürmüşse mesela çok haklı bir neden yoksa ortada gerçekten bu kaygıyı
açıklayacak çok haklı bir neden yoksa bu cinayeti mazur göstermez mesela. Dolayısıyla
bunlar akıl hastası değildir yani muhakemeyi bozmaz o yüzden söylüyorum ama bir
düzeyde kaygının hayatımızı yönlendirdiği ve dolayısıyla da düşüncelerimizin o
yönde şekillendiğini bilmemizde fayda var.
3) Ergenlerde sosyal
medya bağımlılığı sorunu nasıl çözülür? Örnek; Instagram…
Sosyal medya bağımlılığı yani aslında hepimiz bir düzeyde yoğun
olarak sosyal medyayla ilgileniyoruz maalesef. Hatta Apple’ın telefonları günde
kaç saat vakit geçirdiğinizin istatistiklerini de önünüze döküyor tabii
ergenlerde, gençlerde sosyal medyayla çok yoğun olarak ilgilenebiliyorlar. Anlaşılan
bir bu soruyu bize yazan izleyicimizin bir yakını daha çok Instagram’la ilgili
Instagram’da en genç nüfusun, en eğitimli unsurun daha çok ilgilendiği medya
unsuru gibi ve şu anda da galiba dünyada en hızlı büyüyen sosyal medya Instagram.
Facebook popülaritesini bir ölçüde yitiriyor Twitter’da kayba uğradı bir miktar
bildiğim kadarıyla zaten Instagram ve Twitter kullanıcılarının da eğitim
statülerinin Facebook’tan daha yukarıda olduğunu ve daha genç kuşaklar olduğunu
biliyoruz. Bu da bir tür tabii bağımlılık gibi bir tür vakit kaybına yol
açabiliyor. Bununla birlikte dünya geçmişte nasıl yoğun televizyon
seyrediyorduysa dünyada ortalama 5 saat 7 saat ‘’Çocuklar, gençler, ergenler,
erişkinler çok televizyon seyrediyor!’’ diye şikâyet ediliyordu bundan 20-30
sene önce şimdi ‘’Herkes sosyal medyayla, ellerindeki ekranlarla ilgileniyorlar.’’
diye şikâyet ediyoruz. Fakat dünyada o ekranlardan ibaret neredeyse onlar
üzerinden tüm dünyayı izliyoruz. Fakat önemli olan bir günün içerisinde ne
kadar zamanımızı aldığı ve diğer işlerimizi yapmaya mani olup olmadığı. Diyelim
ki ben doktorum sosyal medya bağımlılığım nedeniyle mesleğimi yürütemeyecek
kadar sosyal medyayla ilgileniyorum. Diyelim ki muayenehanemde hastaları
göremiyorum, diyelim ki çocuklarımla, ailemle ilgilenemiyorum, diyelim ki
beslenmem bozuluyor, diyelim ki diğer sosyal, mesleki işlevlerimi kaybediyorum
sosyal medya yüzünden ‘’Sürekli sosyal medya veya Instagram’la ilgileniyorum.’’
diye o zaman bu hiç şüphesiz bir sorundur. Bu sorunu çözmek için belki bir
psikiyatristten bile yardım almak gerekebilir. O düzeyde tüm hayatı işgal eden
bir bağımlılık ve meşguliyet bir psikiyatrik yardım gerektirebilir. Özellikle
bir takıntı gibi sürüyorsa bu şunları şunları şunları yapmadan eksik kalıyor
şeklinde bir obsesyon gibi bir takıntı gibi düşünülebilir veya alkol madde
bağımlılıkları gibi düşünebilir. Sistematik bir çaba ondan uzak kalmayı
özendirecek şekilde bazı ödevler oradan uzaklaşmamızı sağlayabilir. Bir ergende
de sosyal medya bağımlılığının çözümü için belki psikiyatristten yardım
alınabilir ama orada ölçüyü koymak lazım. Yani akranlarından daha mı fazla
ilgileniyor sorusu önemli bence çünkü hepimiz belli bir sosyokültürel zeminde
yaşıyoruz. Yine gündelik işlerini yapmasına mani oluyor mu sorusu da önemli bu
kadar çok mu ilgileniyor. Üçüncüsü uykusunu bozacak kadar mesela dikkat
sorunlarına yol açacak kadar konsantrasyonunu bozacak kadar sürekli sosyal
medyanın başında mı bunlar da hesaba katmamız gereken diğer ölçütler. Eğer
bunlar varsa bu tabii bir sosyal medya bağımlılığı anlamında bir bağımlılık
tanımlıyor değilim ama genel anlamda cep telefonu vs. kullanımıyla ilgili bazı
ölçütler var. Bunlara da yakın ve psikiyatrinin de genel ölçütleri var. Bu
çerçevede bir sınır çizmeye çalışıyorum; gündelik hayatı etkiliyorsa, sosyal/mesleki
işlevi bozuyorsa o zaman bir psikiyatristten yardım almak faydalı olabilir. Bir
de bu tür davranışların arkasında başka psikiyatrik hastalıklar da olabilir.
Yani size sosyal medya bağımlılığı gibi gözüken şey pekâlâ bir bipolar bozukluk
tezahürü olabilir, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olabilir, depresyon
olabilir, sosyal fobi olabilir insanlarla doğrudan konuşamadığı için bu
yöntemler üzerinden temas ediyor olabilir. Dolayısıyla bunların ayrımı için de
bir psikiyatriste danışmakta fayda var. Fakat her şeyin hastalık modeli
içerisinde ele alınmasından daha çok bir sorun ve gündelik hayatı aksatan bir
yaşam biçimi stili şeklinde de düşünülmesinde fayda var. Bunların her birine de
tek tek çözümler aranabilir. Yani hastalık olarak etiketlemeden evvel önce bu
sorunun nasıl çözülebileceğinin üzerinde durmak lazım. Yani basit bazı
teknikler üzerinden çözülüp çözülemeyeceğini düşünmek lazım. Yani bir ergenin
de günlük sosyal medya kullanma zamanını normalin çok ötesinde bir süreye
yaydığını veya gündelik ilişkilerini tamamen bozduğunu, okul, aile yaşantısı,
uyku düzenini baştan aşağı bozduğunu görüyorsak hiç şüphesiz bu müdahalesi
gereken bir olaydır. Bir hastalık olabilir veya olmayabilir ama hekimden bir
psikiyatristten yardım almak her zaman bize yol gösterici olabilir. Bazen de
çok iyi davranışçı yöntemler uygulayan klinik psikologlar da bu konuda destek
sağlayabilir ama benim önerim bu konuda öncelikle bir psikiyatristle temas
etmek olacaktır.
4) Bir şeyi
psikiyatrik hastalık olarak nasıl belirliyorsunuz? Normaline kim karar veriyor?
Belki de normal olan insanlara hastasınız diye tedavi etmeye çalışıyoruz ve
asıl hasta kendini normal sananlar. Normali belirleyen kim ve kriterler neler?
Ben psikiyatri okumadan önce seneler evvel hani psikiyatride
normal ne anlama geliyor vs. diye bir makale yazmıştım yabancı bir yazarın da
makalesinden etkilenerek. Şimdi az önce saymaya çalıştığım ölçütler yani
toplumsal mesleki işlevsellik çok önemli. Yani bir kişinin herhangi davranışını
bir hastalık olarak nitelendirmeden evvel o davranışlar bütününün onun toplum
içerisindeki ve mesleki faaliyetleri, öğrenciyse öğrenci, hekimse hekim,
öğretmense öğretmen veya babaysa baba onun toplumsal işlevselliği o
faaliyetleri bunları bozup bozmadığına bakıyor olmak gerekir. Bir tutarsızlık
ortaya çıkıyor mu ona bakmak gerekir yaşantılarda gerçeği değerlendirme
yetisini bozuyor mu mesela biraz evvel panik bozukluk hastasıyla ilgili soruda
soruyu soran kişi bu kişilerin aldıkları kararlar sağlıklı mıdır değil midir
diyerek gerçeği değerlendirme yetisini soruyor. Yani gerçeği değerlendirme
yetisinin de bozulması da akıl hastaları için konuşuyorum önemli sadece
psikiyatrik hastalık değil. Psikiyatrik hastalıkların bir kısmında gerçeği
değerlendirme yetisi bozulmaz ama hastalık olabilir yine de işlevsellik
bozulduğu için mesela panik bozukluk. Şimdi bir kere bu soruların sıklıkla
doktorlara geliyor olması kendi başına bir önem arz ediyor. Yani toplumun bu
konunun çözümüne dair bir arayış içerisinde olduğunu gösteriyor. Evet, bazen bu
arayış gerçek dışı, saçma, gereksiz bir hassasiyet düzeyinde de
gerçekleşebilir. İşte tüm bunlara karşı insanlık yeni aletler geliştirmiş.
Zannedilmesin ki psikiyatri bir ölçütler sistemine sahip değil bakın DSM-5;
Amerikan Psikiyatri Birliği’nin şimdi beşincisini yaptığı daha önce ara
versiyonlar da var mesela DSM-3R, DSM-4TR gibi yani ara formlarında olduğu
bugüne kadar çeşitli düzenlemelerden geçmiş 5 ana düzenleme var bir de ara
düzenlemeler var. Yani böyle yüzlerce sayfayla mesela bu kitabın Türkçe hali
400 sayfa civarında geniş haline de bakarsanız binleri bulacak. Sayfa
içerisinde psikiyatrik hastalıklar ayrıntılı bir biçimde tanımlanmış durumda ve
bu kitabın adı Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorders yani
tanısal ve istatistiki sayımsal kitabı neyin zihin hastalıkları, psikiyatrik
hastalıkların. Yani istatistiğe dayalı bir tanı sistemi DSM-5. Zihinsel
hastalıklar için teşhise ve istatistiğe dayalı tanı kitabı. Şimdi bu
hastalıkların tanısına varırken çoğu zaman 20000-30000-4000 hastanın üzerinde
yapılan analizlerin sonucunda buraya belirtiler giriyor. Dolayısıyla bu
herhangi bir şey değil. Yine benzer şekilde ICD-10; International Statistical
Classification of Diseases and Related Health Problems. Yani hastalıkların
uluslararası sınıflanması bu da Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı bir
sınıflamadır ve ICD-10’unda psikiyatriyle ilgili böyle bir kitabı var. Bu da
DSM-5 ile bir çok açıdan paralel Amerikan Psikiyatri Birliği’nin kitabıyla. Dolayısıyla
hiç kimse kendi kafasından bir hastalık uyduruyor değil. Bunlar geniş
araştırmaların neticesinde ortaya çıkan istatistiksel dökümlerdir ve tanısal
geçerliliği çok yüksek klinik tablolardır. Bununla ilgili bir şey söyleyeyim
size yapılmış deneyler var. Yani iki patologun bir preparat bir kesit üzerinde
tümör veya vs. üzerindeki anlaşma, oylaşma oranları iki psikiyatristin anlaşma,
oylaşma oranlarından çok daha düşük. Yani gözle görülen hücrelerin yapısı
üzerinden tanı konulan dört dörtlük yapılar üzerinden gözlenebilen tanılardan
psikiyatrik tanılar çok daha geçerli gösterilmiş. Dolayısıyla psikiyatrik
tanıların geçerliliğinin sorgulanması çok doğru değil. Bunlar çok sayıda
belirti ile tanımlanmış durumda bir de belirtiler asla bireysel olmadığı gibi
tanımlanabilir şeyler. Bu söylediğim toplumsal, mesleki işlevselliği bozup
bozmadığı maddesi diğer yandan madde kullanımıyla ortaya çıkıp çıkmadığı
maddesi yani esrar kullanımı da alkol kullanımı da extacy kullanımı da bir çok
psikiyatrik belirtinin ortaya çıkmasına sebep olabilir. Öyle olup olmadığını da
ayrıştırılmasını istiyor olması da ve diğer tıbbi hastalıklara bağlı olmadığını
göstermesini bekleme de işte bir tümöre, bir epileptik atağa vs. veya ‘’deliryum’’
denilen kandaki elektrolit tablosunun değişimiyle ortaya çıkan psikiyatrik
belirtiler olup olmadığı konusunun ayrıştırılması da yine bu tanısal sistemin
dikkate değer ayrım noktalarındandır. Biz bunlara ‘’dışlama ölçütleri’’
diyoruz. Yani bir psikiyatrik tabloyu doğrudan gördüğümüzde tanıyı
yapıştırmıyoruz. Bunun diğer nedenlerinin olup olmadığı konusunu incelikli bir
biçimde çalışıp ayrıştırıp sonra karar veriyoruz. Dolayısıyla biz bu kitaplara
sık sık bakıyoruz bakın bunlar benim masamda duruyor ve ben 28 yıldır bir hekim
27 yıllık bir psikiyatrist mesleğin içinde bir kişi olarak yaklaşık 22 yıldır
da bir psikiyatri uzmanı olarak sürekli bu kitaplara müracaat ediyorum. Yani
bir başına tanısal kararları ezbere kafamdan almıyorum. Kafamın karışık olduğu
her konuda bu kitaplara müracaat ediyorum yine sıklıkla psikiyatristlerin ve
tüm hekimlerin müracaat ettiği PubMed veya Medline denilen dünyadaki akademik
araştırmaların motoruna bir tür Google gibi akademik motora müracaat edip yeni
araştırma ve verileri gözden geçirerek hem tanı koyuyoruz hem de tedavi
yaklaşımları gösteriyoruz. Dolayısıyla böyle kimse oturduğu yerden kimse
kimseye psikiyatrik tanı uydurmuyor. Yani ‘’Asıl hasta kendini normal
sananlar.’’ demiş böyle bir şey yok. Psikiyatristler doğrudan tıbbi, bilimsel
verilere dayalı olarak tanılarını koyuyorlar. Hepsinin de ölçütleri var.
5) Eşim, 2. çocuğa 6
aylık hamileyken strese bağlı yükselen tansiyon düşürülemedi. Erken doğumla
doğan bebeğimiz 1 kg doğduğu için yoğun bakıma alındı. Ertesi gün eşim
gözaltına alındı. Bu yaşanan olaylardan sonra çocuklar veya kendisi
hastalandığında, bir hastane işi olduğunda panikliyor ve tansiyonu yükseliyor.
Bunun üstesinden gelmesi için neler tavsiye edersiniz?
Evet, böyle üstesinden gelmek için neler tavsiye edersiniz
şeklinde çok soruyla karşılaşıyoruz biz psikiyatrik tablolarla ilgili sosyal
medya hesaplarından bir dizi şeyi böle ayrıntılarla tanımladıktan sonra burada
olduğu gibi de değil bazen sayfalarca bilgiler döküldükten sonra ‘’Ne tavsiye
edersiniz?’’ diye bitiyor. Yani uzun bir öykü sonuçta o öyküyü okuyan
psikiyatristin ‘’Hımm bundan sonra şöyle yaparsanız geçecek veya uykudan evvel
şu ilacı alın hepsi düzelir.’’ ya da 3 İhlas 1 Elham okuyun düzelir.’’ gibi bir
tavsiye beklentisiyle neredeyse bitiyor. Bunu özellikle vurguluyorum lütfen
soruyu soran arkadaşımız alınganlık göstermesin. Psikiyatrik hastalıkların
tedavisinde böyle tek bir tavsiye tek bir cümle, yapılacak birkaç küçük işlemle
halledilecek şeyler değildir. Mesela dizinin yan bağında kopma olan bir
ortopedik hasta nasıl ameliyata alınıyor, onlar dikiliyor belli birkaç süren
operasyonla ondan sonrasında ameliyattan çıkıyor ve adım adım iyileşiyorsa
psikiyatrik hastalıkların da geçirilecekleri belli işlemler var. Dolayısıyla
tavsiye konusu değil. Yani hiç ortopediste yan bağı kopmuş olan hastaya ne
tavsiye edersiniz şeklinde bir soru sormuyoruz. Gidiyoruz o ‘’Ameliyata girmen
lazım!’’ diyor biz de ameliyata giriyoruz ve o yan bağları yeniden dikiyorlar.
Sonra iyileşiyoruz bilmem ne kadar süre dizimiz atelde, alçıda kalıyor
sonrasında da iyileşiyor. Psikiyatrik hastalıklar da böyle ciddi önlemler
gerektiriyor. Bunlar bazen ilaç tedavisi bazen psikoterapi bazen EKT tedavisi
veya TMS / TMU gibi tekniklerle mesela 20 gün TMS uygulamakla veya 7-12
arasında EKT uygulamakla beyni iyileştiriyor. Dolayısıyla burada da bahsedilen
yoğun kaygı durumu kişinin geçmişteki yaşantıları da hatırlayarak kaygı
duyması, tansiyonunun yükselmesi vs. bunlar bariz kaygı bozukluğu demek bunun
için psikiyatriste başvurup düzgün tedavi almak gerekiyor. Bu çoğu zaman ilaç
tedavisi ve bazen de buna eşlik eden düzgün bir psikoterapi demektir.
Dolayısıyla bizim tavsiyemiz; böyle bir hasta psikiyatriste başvurmalıdır ve
onun öngöreceği tedavi modeline uyup ilerlemedir.
6) Dedikodu
psikiyatrik bir hastalık mıdır? Dedikodu ile müzakere etme ayrımı konusundaki
tavsiyeleriniz nelerdir?
Dedikodu psikiyatrik bir hastalık değildir. Dedikodu bizim
başkaları hakkında başka olaylar hakkında bazen de kişileri yermek maksatlı
yaptığımız konuşmalardır. Yani halk arasında veya dini literatürde ‘’gıybet’’
diye geçen bir kişinin yokluğunda onunla ilgili olumlu veya olumsuz bir takım
şeylerden bahsetmektir veya olmuş ya da olmamış çoğu zaman da olmamış şeyler
üzerinden konuşulur. Bazen de olmuş ama bizim olumsuz yanlarını gördüğümüz
konular konuşulur. Yani çok hoşlanmayacağı bir şeyi onun yokluğunda konuşmak
gibi bu tabii hem dinde çok hoş görülmeyen bir şey hem medeni bir yaşamda
ortamda olmayan kişilerin kendini savunma hakkı olmayan kişilerin hakkında
konuşmak ahlaken çok hoş görülmez ama hemen tamamımız bir düzeyde yaparız. Hani
ben din hocası değilim ama bu dinde kardeşinin etini yemek olarak
adlandırılıyor galiba Kuran’daki bir ayete dayalı olarak. Yani kötü eylem
sonuçta orada bulunmayan bir kişiyi çekiştiriyoruz, üzücü bir şey aslında
türümüze ait kötü bir davranış modeli. Bunun hastalıkla bir ilgisi yok yani
şizofreni, kaygı bozukluğu, depresyon adama dedikodu yaptırtır böyle bir şey
yok ama kaygısı yüksek cesareti düşük insanların yüzüne söyleyemedikleri şeyi
arkalarından konuşma eğilimi yüksektir. Bunu anlayabiliyoruz, belki de dedikodunun
bir kaynağı bu olabilir. Dolayısıyla belki böyle bir hastalıkta etkisi olabilir
ama dedikodu yapmanın kendisi asla bir psikiyatrik hastalığın kendisi değildir.
Sorunun ikinci kısmı yani bir konuyu analiz etmek tam incelemek lehte ve
aleyhte koşullarını takip etmek ve ayrıştırmaya çalışmak müzakereye girer ve
gelişmiş tüm toplumlar olan biteni inceleme, ayrıntılı bir biçimde eleştirme,
oradan yeni bir kural çıkarma gibi özelliklere sahiptir. Mesela Amerika’da
bazen senaryo planlar üzerinde gelişmemiş bir ülkede darbe planı üzerinde filan
çalıştıklarını biliyoruz. Bu dedikodu yapmak mıdır hayır bir senaryo üzerinde
çalışmaktır, taktik ve stratejik bir çalışmadır. Eğer devletin, toplumun
kamunun yararı için böyle bir proje üzerinde çalışılıyorsa böyle bir şey
söylenemez. Türkiye’de de zaman zaman benzerleri genelkurmay stratejilerinde
yapılabilir. Burada önemli olan başka kişinin haklarının çiğnenmemesidir. Kasıt
onları yıpratmak vs. değilse gerçekten bir somut durum varsa ve onu tartışmaya
açmaksa bu konuda bizim bir şey söylemeye hakkımız yok. Belki din adamlarının
yapabileceği bir yorum olabilir ama psikiyatri açısından dedikodunun tek başına
bir hastalık olmayacağını da tek başına söyleyebiliriz. Bu tabii dedikodu
yapalım anlamında bir şey değil ama çoğumuzun da gündelik yaşamında farkında
olarak olmayarak maalesef başvurduğu iyi olmayan bir iletişim biçimi.
7) Bipolar bozukluğun
1-2-3-4 gibi dereceleri var mıdır? Beyindeki kimyasal bir biyolojik eksiklikten
(lityum) bahsedilir. Tetikleyen psikoloji de var mıdır? Son yıllarda çok fazla
duymaya başladık bipolar bozukluğu. Bu hastalık da postmodernizmle mi ilgili?
Evet, bununla ilgili denemeler var özellikle Brezilya’da bir
araştırmacı grubu bu konuda bizim de araştırmalarımıza atıflar yaparak özellikle
bizim oksidatif stresle ilgili çalışmalarımızın sonucuna ve kendi oksidatif
stresle çalışmalarının sonucuna dayanarak bipolar bozukluk hakkında bir
evreleme aynı kanserde olduğu gibi bir evreleme yapmaya çalıştırlar. Buna göre
daha hafif doku kayıplarıyla giden veya oksidatif stresdeki bozulmayla giden
hastalık evrelerini daha düşük gösterip daha sonra beyin dokusu kaybıyla giden
veya MR’da bariz beyin dokusundaki kayıpları gösteren çalışmaları daha üst
derecelerle nitelendirerek bir ağırlık derecelendirmesi yaptılar. Fakat bu şu
anda dünyada yaygınlık kazanmış bir değerlendirme sistemi değil bu grubun bir
önerisi ve halen bir öneri. Çok sayıda bilimsel yayında geçiyor ama dünyada
yaygınlık kazanmış durumda değil. Buna göre araştırmalar bu sınıflamaya göre
yapılıyor ve yürütülüyor ama bu grup ısrarla bu alanda çalışmaları sürdürüyor.
Sorunun devamında beyinde lityum eksikliğinden bahsediyor böyle bir şey yok bu
bir yanlış anlama. Lityum bipolar bozuklukta kullanılan ilaçlardan biridir
sadece ve onun da monitorize yani takip edilip kan seviyesinin ara ara
ölçülmesi gerekir. Çünkü yüksek seviyelere çıktığında zehirlenmelere yol açıyor
vücutta sonu ölümle bitebilecek şeylerdir. Yoksa eksiklik filan bakılmıyor bu
beynin tabi bir elemanı değildir. B12 bakar gibi vitamin D bakar gibi kandaki
düzeyi vitamin değerlendirmesi gibi yapmıyoruz. Almakta olduğu bir ilacın
seviyesini ölçmekten ibaret. Dolayısıyla beyinde veya vücutta lityum eksikliği
denen bir şey yoktur. Tedavisini verdimiz hastada tedavinin yeterli olup
olmadığını ölçmek için yaptığımız bir işlemden ibarettir o kadar. Yoksa vücutta
doğal olarak bulunan lityum öyle kanda ölçtüğümüz miktarlara asla ulaşabilecek
bir kimyasal değildir. Bipolar bozukluğu tetikleyen psikolojinin var olup
olmadığını sormuş; evet vardır. Özellikle öfke ve insanlarla olan ilişkilerdeki
bozulma bipolar bozukluğu tetikler. Özellikle de manik hipomanik belirtileri
daha çok tetikler. Bu nedenle de bipolar bozukluğun tedavisinde ‘’kişilerarası
ilişkiler ve sosyal ritim terapisi’’ diye bir tedavi geliştirilmiştir. Bu
tedavinin en önemli parçası hastaların diğer insanlarla olan ilişkinin doğru
düzenlenmesinin sağlanmasıdır. Bu sayede kişilerin uyku düzeni de bozulmaz ve
hastalık yeniden yeniden tekrar etmez. Dolayısıyla tetikleyen bir psikoloji ve
tetikleyen bir gerilim ortamı vardır ve bununla baş etmek gerekir. Son yıllarda
çok duyuluyor denmiş çünkü dünyada daha sık olduğuna ilişkin veriler ortaya
çıkıyor. Daha önceleri bu hastalığın %1 civarında olduğu düşünülüyordu fakat
alt tipleriyle birlikte %8’lere kadar yaygın bir hastalık olabileceği üzerine
araştırmalar artıyor. Hastalığın hafif formları da var. Bu hafif formların
yeterince dikkate alınmadığı ve hayatı ciddi anlamda bu hastalığın etkilediği
üzerinde duruluyor. Dolayısıyla sık duymamızın nedeni bu. Bipolar bozukluk
hakkında en fazla yayınların geliştiği psikiyatrik konulardan birisidir. Bu
konuyla da ilgili araştırmalar var ‘’Son yıllarda bipolar bozukluk arttı!’’
diye dolayısıyla bu tespit doğru. Bu hastalık da postmodernizmle yani modernlik
sonrası dönemle yani Sanayi Devrimi sonrasında ortaya çıkan dünyada ilerlemeye
yönelik olan bir zaman dilimi tam başlangıç tarihi ne zamandır bilmiyorum ama
20. yy. modernlik dönemi sayılır bu anlamda. 20. Yüzyıl’da 2 tane savaş dönemi
yaşadık ve insanlık ciddi anlamda yıkıldı, çeşitli sorunlar yaşadı. Artık
çeşitli sorunlar nedeniyle de postmodernizmden söz edildi. Hatta Türkiye’de bir
darbeye de postmodern darbe denildi 28 Şubat için. Çünkü doğrudan doğruya
askerin yönetime el koymadığı ama bir şekilde mevcut hükümeti medya vs.
üzerinden sarsarak düşürdüğü bir yöntemdi. Dolayısıyla biraz daha soyut bir
darbeydi ve böyle adlandırıldı. Bu hani postmodernizm, modernitenin sona ermesi
ve her şeyin biraz karmaşık ve muallak hale gelmesi edebiyatta özellikle
postmodernliğin her şey gider mottosuyla, sloganıyla biraz karışık modern
olanla gelenek olan pozitivist olanla soyut ve manevi olan yaklaşımın bir arada
olduğu bir edebiyat ve sanat anlayışı ortaya çıktı. Bunun doğrudan bipolar
bozuklukla ilgisi yok yani öncelikle bunu söyleyeyim. Bu hastalık postmodernizmle
filan ilgili değil hiçbir şekilde moderniteyle de ilişkisi yok. Gittikçe daha
çok tekniklerin ilerlemesiyle anlaşılan bir hastalık ve tedavisi de mevcut ve
mümkün. Uyku düzeniyle çok ilişkili olduğu için mesela insanların televizyonun,
radyonun keşfinden sonra daha az sürelerle uyuması, elektriğin ve aydınlatmanın
artması nedeniyle çok geç saatlere kadar uyumaması, sabahlara kadar uyanık
kalması vs. gibi süreçler hastalığın tetiklenmesini arttırıyor. Bu anlamda
belki hani postmodernizmle ilgili değil de modernizmle ilgili bir miktar
alakalı diyebiliriz. Bir modernite olarak vardiyalı çalışma düzeni bu hastalığı
tetikleyen nedenlerden birisidir. Dolayısıyla özetle postmodernizmle alakalı
değil ama modern dönemle modern çağ ile çalışma düzeniyle, ışık ve yaşam
düzeniyle alakalı olduğu anlaşılıyor diyebiliriz. Yine bugünlerde fazlaca
dijital ekranlarla ilgilenmek de hastalığın seyrini bozuyor gösterildi. Belki
bu yönüyle de biraz postmodernizmle alakalı diyebiliriz.
8) Kardeşim olmayan
tehditler algılıyor. Düşmanları olduğunu söylüyor. Doktora gitmeyi de
reddediyor. Ne yapılabilir?
Burada anlatılan şey çok ciddi bir akıl hastalığı gibi
gözüküyor, psikoz dediğimiz şey. Buna neden olan mesela esrar, alkol kullanımı
olabilir. Aileden tevasur eden bir şizofreni hastalığı olabilir. Başka bir
madde kullanımı nedeniyle tüm bunlar ortaya çıkıyor olabilir. Uzunca süre iyi
gitmeyen bir uyku düzeni nedeniyle hastalık tetikleniyor olabilir. Doğrudan bir
akıl hastalığı olabilecek bir depresyon, bipolar bozukluk vs. eşlik eden
psikotik belirtiler yani akıl hastalığı belirtileri nedeniyle bu belirtiler
ortaya çıkıyor olabilir. Burada kardeşinin kaç yaşında olduğunu vs. bilmiyoruz
doktora gitmeyi de reddetmesi içgörünün olmaması yani olan bitene karşı
farkındalığın da çok düşük olduğunu gösteriyor ki bu da tedavi açısından bir
başka risk. Bu tür durumlarda hasta yakınlarına karşı çok basit bir yöntem
öneriyoruz. Hani siz doktora gidiyormuş gibi hastaya takdim edebilirsiniz.
‘’Ben falanca doktora gideceğim. Bazı sorunlarım var sen de bana yardımcı olur
musun? Yanımda gelir misin?’’ denilebilir. Bu bir kandırmaca tabii ki doğru
olmaz diye düşünebilirsiniz fakat bununla ilgili bir ihtimam gösterebilirsiniz.
Hastayı tedaviye ikna etme açısından bazı kurmaca ve oyunları içeren ama
sonuçta ona karşı dikkati ve saygıyı hiçbir biçimde hafife almayacak ve
empatiyi öne alacak yaklaşımların bu şekilde de olsa işe yarabildiğini
biliyoruz. Dolayısıyla hastayı hekime ulaştırmak, hekim tarafından ne olduğunun
anlaşılması açısından çok kritik. Çeşitli vesilelerle bu tedavi kabul
ettirilebilir. Yani o kişi ‘’Ben bir akıl hastasıyım ve bu tedaviyi almak
zorundayım!’’ diye düşünmeyebilir. O sırada baş ağrısı, başkalarıyla olan
çatışmaları, bozuk uyku düzeni, mide bulantısı vs. gibi bir vesileyle doktor
tarafından tedaviye ikna edilebilir. Bunlar da aylık enjeksiyonlar vardır tüm
ayı kurtarabilir. Hatta şimdi 3 aylıklar da çıktı. Bu şekilde hastanın uzunca
bir süre rahat edebileceği tedavinin alınmasıyla neticelenebilir. Bu da hekimin
yani psikiyatristin bilgi ve becerisiyle başarabileceği bir işlemdir.
Dolayısıyla böyle bir hastayı psikiyatriste ulaştırmak ve öncesinde de iyi bir
psikiyatrist araştırması yapıp, psikiyatristin bu yetkinlikte olup olmadığını
anlayıp hastamızı o şekilde hekime ulaştırmak çok sayıda sorunu çözücü
olabilir.
9) Depresyon ile
maddiyat arasında alaka var mıdır? Maddi yetersizlikten kaynaklanan; ev kirası,
faturalar, kişisel bakım ihtiyaçları gibi gereksinimleri karşılayamayıp günlük
yaşamı devam ettirmekte zorlanan bir kişinin maddi imkânları yüksek olan bir
kişiye göre depresyona girme ihtimali daha yüksek değil midir?
Böyle birebir kişinin gelir düzeyiyle depresyon arasında
ilişki kuran çalışmalar yakın zamana kadar çok yoktu. Ekonomik sıkıntılarla
depresyon arasında doğrudan ilişki kurulamıyordu ama bunun istisnası olan bazı
çalışmalar ortaya çıktı. Tüm ayrıntılarına hâkim değilim ama artık diyebiliriz
ki fakirlik gerçekten depresyonu tetikleyebilir. Ciddi yaşamsal sorunlarla
uğraşmak depresyonu tetikleyebilir veya başka psikiyatrik hastalıkların da
kaygı bozuklukları vs. gibi tetiklenmesine vesile olabilir veya en azından
ortaya çıkmış psikiyatrik hastalıkların kötü seyretmesine sebep olabilir. Eskisi
gibi maddiyatla psikiyatrik hastalıkların hiçbir ilişkisi yoktur diyerek genel
bir cevapla bunu geçiştirmek mümkün değil. Olumsuz ekonomik koşulların hiç
şüphesiz her alanda yaptıkları olumsuz etkiler gibi ruh sağlığı alanında da
olumsuz sonuçlara yol açma riski her zaman daha yüksektir.
Bu metin,
Prof. Dr. Haluk Savaş’ın Ahval haber sitesi ve kendi Youtube kanalında
yayınlanan ‘’Bir Tatlı Huzur Prof. Dr. Haluk Savaş’la Soru-Cevap Psikiyatri’’
programının yazılı halidir.