Bir Tatlı Huzur 23/05/2019
1) Nefes açlığı nedir? Geçici midir? 


Nefes açlığı bir çok tabloda ortaya çıkabiliyor. Fakat psikiyatride ortaya çıkışı daha çok kaygı bozukluklarında oluyor. Olumsuz gelişmeler karşısında hızlı soluk alıp veriyor insan ve o hızlı soluk alıp verme sırasında çok uygun verimli bir biçimde nefesle alınan oksijen yeterince kullanılamıyor ve ardı sıra hızlı nefes alıp vermeler devam ediyor. Bu sırada bir süre sonra etkin bir biçimde oksijen değerlendirilmediği için bir tür açık ortaya çıkıyor. Esasen bir kaygı yani bununla ilgili işte tedavisinde ‘’Nefes egzersizleri yapalım.’’ vs. gibi yaklaşımlarında nedeni aslında o nefes ritmini düzenlemek. Uzak Doğu öğretilerinde hani gurunun büyük eğiticinin, küçük eğitim gören öğrencisine, öğrenci eğitimin sonunda minnettarlığını ifade ederken eğiticinin de; ‘’Aslında ben sana sadece nefes alıp vermeyi öğrettim.’’ demesinde ki incelik gibi aslında nefes alıp vermemizde önemsiz değil. Bir düzen gerekiyor. Basit olarak nefes egzersizlerinde bizim önerdiğimiz şey kişilerin zaten dakikada 14-16 arasında nefes alıp veriyoruz. Bir saniye burundan nefes alıp, bir saniye ciğerimizde tutmamız sonra bir saniye ağızdan yavaşça vermemiz sonra bir saniye ciğerlerimizi boş tutmamız şeklinde yani 4 saniyelik periyotlar halinde bir nefes alıp verme işlemini gerçekleştirmekten ibarettir. Böylece bir dakikada 15 nefesi almış, tutmuş, vermiş ve ciğerlerimizi boş bırakmış oluruz. Tekrar ediyorum bir saniyede burnumuzdan nefes alıyoruz, sonra bir saniye içeride tutuyoruz. Sonra bir saniye ağzımızdan yavaşça veriyoruz. Sonra bir saniye ciğerlerimizi boş tutuyoruz. Sonra tekrar burnumuzdan alıyoruz. Sonra 1 saniye içerde tutuyoruz sonra 1 saniye ağzımızdan boşaltıyoruz sonra ciğerlerimizi bir saniye boş tutuyoruz. Bu şekildeki bir ritimle nefes alıp verdiğimizde o nefes açlığının ortaya çıkmasını engellemiş oluruz. Bir de kaygılı ve gergin, öfkeli anlarımızda ciddi anlamda hava yutabiliriz. Daha sonra bu vücudumuzda gaz şeklinde ortaya çıkabilir. Affedersiniz gaz çıkarma şeklinde veya geğirerek bu yuttuğumuz havadan kurtulma gibi bir süreç yaşanabilir. Bunlar kaygı bozukluklarında psikiyatrik bozukluklarda eşlik eden belirtilerdir. Sırf bunlardan dolayı insanlar göğüs hastalıklarına veya kalp hastalıklarıyla ilgili bölüme kardiyolojiye veya mide bağırsakla ilgili bölümlere gidip bir sürü gereksiz tetkikler yaptırırlar ama esas rahatsızlık kaygı, gerginlik, öfke nedeniyle bu nefesin düzenli alıp verilmemesinden kaynaklanmaktadır. 


2) Bazı hastalıklarla psikolojik durum arasındaki ilişki hakkında bilgi verir misiniz? Kanseri tetikleyen üzüntü müdür yoksa karamsarlık ve ümitsizlik midir? Yoksa sadece fiziksel bir rahatsızlık mıdır? 


Gerçekte kanseri neyin tetiklediğini doğrusu ayrıntılarıyla bilmiyorum. Ben de bir kanser hastasıyım üstelik eşim de kanser hastasıydı ama yani hem benim kanserimde hem eşimin kanserinde öncesinde tetikleyici üzücü hadiseler yaşadık. Çoğu kanser hastasıyla da konuştuğumda benzeri tetikleyici sürelere rastlıyoruz. Bununla ilgili son akademik veriler nedir bilmiyorum. Bir de başka bir şey Türkiye’de yaşanan KHK’lar gibi geçmiş çağlarda, geçmiş zamanlarda mesela Türkiye’de vergiyle alakalı, zamanında azınlıklara uygulanan bazı vergi politikaları sırasında ‘’varlık vergisi’’ denilen politikalar karşısında o kişilerin çoğu malını mülkünü kaybetmiş, Aşkale’ye Erzurum’a çalışma kamplarına gitmiş vs. onlarında önemli oranda kalp hastalığı geçirdiklerini, kanser olduklarını ve bunlardan vefat ettiklerini biliyoruz. Yine Ayşe Hür’ün ‘’Gayrimüslimlerin Öteki Tarihi’’ kitabında bununla ilgili ayrıntılara rastlamak mümkün. Zor zamanlarda insanların vücutlarının savunma sistemleri bozuluyor ve bir çok diğer hastalığa yatkın hale geliyorlar. Kanser de bunlardan birisi bir de çok duyarız olumsuz hadiseler yaşayan insanların kalp krizi geçirdikleri mesela; kızını kaçırdılar kalp krizi geçirdi, tuttuğu takım küme düştü tribünde kalp krizi geçirdi, işte dayısının oğlunu bıçakladılar o da ardından kalp krizi geçirdi vs. gibi rahatsızlıkları duyarız. Onun dışında gündelik hayatta yaşadığımız grip, nezle gibi atakların bile öncesinde bazen üzücü olaylar yaşarız ama eminim hepimizin çok sık rastladığı bir şey üzücü, korkutucu, şiddetli veya dehşetli bir olay yaşadığımızda uçukların olmasıdır ki uçuk viral bir enfeksiyondur. Ağzımızda, yüzümüzde, dudaklarımızda uçuklar çıkar veya gözümüzde arpacık çıkar. Yani bunlar savunma sisteminin nasıl bu psikolojik veya çevresel olaylardan etkilendiğini gösteren ipuçlarıdır. Dolayısıyla evet kanseri de veya bir çok başka fiziksel hastalığı da etraftaki psikolojik gelişmelerin bizi etkileyen olayların tetikleme riski yüksektir. Fakat sadece onlardan meydana geldiğini söylemek çok güç tabii ki kanserin oluşumuna hizmet eden sigara içmek, alkol kullanmak, kötü uyku, iyi beslenememe, spordan vs. uzak olmak, zararlı maddeler kullanmak gibi bir çok neden buraya katkı yapıyor olabilir ama en önemli nedenlerinden birisi şüphesiz genetik yatkınlığımızdır. Genetik yatkınlıklar diğer hastalıklar gibi kanser ve fiziksel hastalıkları da çok yakından ilgilendirir. Yine genetik yatkınlıklar psikiyatrik rahatsızlıkları da önemli oranda belirler. Yani depresyon da kaygı bozuklukları da üzüntü, keder ile tezahür eden bir çok psikiyatrik hastalık da esasen genetik yatkınlıklarla oluşur. 


3) Antidepresan kullanım süresinin üst sınırı var mı? 


Böyle bir sınır yok. Bazen antidepresanların ömür boyu kullanılması gerekebilir. Örnek veriyorum; bir kişi ilk depresif atağını geçirmişse eski kaynaklarda ‘’en az 6 ay kullanılması’’ diye geçerdi ama bu uygun doza çıktınız, o dozdan aşağıya doğru inmek istediniz bırakırken vs. böyle baktığınızda nerden bakarsanız bakın 1 seneyi bulur birinci atakta, 2 seneyi bulur ikinci atakta. 2-5 yıl arasında kullanmanız gerekir 3. atakta, bazen 3. atakta ‘’ömür boyu’’ diyenler de var. Fakat artık 4. atağı geçiriyorsanız kesinlikle 5 yıldan da fazla ömür boyu ilaç kullanmanız gerekir 4. atak ve sonrasında. Dolayısıyla psikiyatrik hastalıkların çoğunda da böyledir. Depresyonda süreyle ilgili sınırlar böyle ama bunların tamamı hekim ve hastanın oturup karşılıklı karar vereceği sürelerdir. Psikiyatrik ilaçları kullanırken böyle işte ‘’1 yıl kullanıp keseceğim bir daha da hiç kullanmayacağım!’’ şeklinde bir kararlılıkla bakmamak gerekiyor. Bunu daha önce konuştuk, benim gözümde görme sorunu var, yakını göremiyorum işte 53 yaşındayım 43 yaşından beri bu sorun var. Muhtemelen de 47-48 yaşlarında gözlük almak zorunda kaldım yani o saate kadar bir şekilde idare ediyordum ama şimdi ömür boyunca bunu veya benzeri teknikleri kullanmam gerekiyor. Bu antidepresanlar da böyle gözlük gibi doğru düşünmemizi sağlıyor nasıl ki gözlük doğru görmemizi sağlıyor dolayısıyla uzun yıllar veya ömür boyu kullanmamızda özel bir sakınca yok. 


4) Oğlum 18 yaşında ‘’Her yerim ağrıyor’’ diyor. Fibromiyalji tanısı koydular. Fakat psikiyatriste gönderdiler. O da kaygı bozukluğu tanısı ile 30 mg’lık antidepresan yazmış. Antidepresan çocuğun bel ağrısına iyi gelir mi? Psikolojik ağrı olur mu? 


İnsanın bel ağrısına da sırt ağrısına da veya işte göz ağrısına da baş ağrısına da antidepresanlar iyi gelebilir. Bu onun psikolojik olduğu anlamına gelmiyor ağrıyı tetikleyen bir sürü süreç vardır ve o ağrıya antidepresanlar doğrudan kimyasal yollarla müdahale ederler. Yoksa duygusal bir düzelme yaptıkları için sonunda ağrılar azalıyor değil sadece ağrıya neden olan mekanizmayı kimyasal düzeyde beyinde değiştirerek, düzelterek etki ediyor antidepresanlar. Dolayısıyla bunu ‘’Çocuğun ruhunu düzelttik o yüzden ağrısı geçti.’’ gibi düşünmeyin lütfen. Bizzat antidepresan ağrıkesici gibi de işlev görebilir. Ayrıca ‘’gerilim baş ağrısı’’ denilen ağrılarda çoğu zaman depresyonda, kaygıda, gerginlikte burada da zaten ‘’kaygı bozukluğu’’ denmiş hastaya gerçekten psikolojik nedenlerle başlayan kaygı, kasları gereksiz yere gerdiğinden fiziksel sonuçlara, ağrılara yol açar. O gerilim azaltıldığında hasta da kasılmayacaktır veya gerilim baş ağrısı da ortadan kalkacaktır. Dolayısıyla evet psikolojik veya fiziksel ağrılar her ne olursa olsun veya psikolojik bir nedeni olmasa bile ağrı kesici gibi işlev görebilir antidepresanlar. Dolayısıyla hekimlerin önerdiği doğru ve yerinde antidepresan kullanmaktan kaçınmamak lazım. 


5) EKT ve TMU’nun olası yan etkilerini açıklar mısınız? 


‘’Elektrokonvülsif tedavi’’ dediğimiz halk arasında ‘’şok tedavisi’’ diye bilinen beyne elektrik verilerek özel cihazlarla tabii öyle kabloyla tutup verilmiyor, özel cihazlarla yapılan tedavi 1930’lardan beri var. Cerletti ve Bini, İtalyan iki araştırmacı tarafından bulundu EKT ve psikiyatrinin en güçlü tedavilerinden birisidir. Diğeri de transkraniyel manyetik uyarım yaklaşık 30 yıldır dünyada bulunan ve bizim de muayenehanemizde bulunan hastalarımızın tedavisinde ciddi oranda fayda gösteren transkraniyel manyetik uyarım cihazı yani beyne bu kez elektrik değil de güçlü mıknatıs dalgaları göndererek manyetik alan oluşturularak beyin hücrelerini çalıştıran teknik transkraniyel manyetik stimulasyon veya transkraniyel manyetik uyarım olarak da geçiyor. TMU bunlarla ilgili web sitemizde de ayrıntılı bilgiye ulaşabilirsiniz. Çok sayıda hastaya uygulamış ve iyi sonuçlar almış durumdayız. Bunların olası yan etkileri EKT özellikle geçmişte anestezi altında yapılmıyordu. Doğrudan hastalar kemikleri, kasları yardımcıların desteğiyle sabitlenerek EKT yapılıyordu. EKT sırasında beynin uyarımı sırasında kişi nöbet geçiriyordu yani epilepsi nöbeti geçiriyordu. Tabii bu anestezi olmadan tabir uygunsa canlı canlı geçirilen epilepsi nöbeti çok gayri insani bir görünüme yol açıyordu, insanlar çırpınıyordu bizim asistanlık yıllarımızda. Ne zamandan bahsediyorum 1992-1997 arasında sonradan 2000’li yıllarda Türkiye’de bu anlamda küçük bir devrim yaşandı. Aynı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi anestezi altında elektrokonvülsif tedavinin yapılması kararı alındı. Bir zaruret ortaya çıktı. ‘’Bu iyi mi oldu kötü mü oldu?’’ tartışması sürebilir ben hani çok iyi olduğunu düşünmüyorum sadece kozmetik nedenlerle daha güzel gözüken bir durum oluştu. Yani insanlar çırpınmıyor artık fakat çırpınmamanın karşılığı ölüm riskinin 10 kat artması oldu. Normalde EKT 10.000/1 ölümle neticelenirken anestezinin riskleri nedeniyle bu 10 kat arttı. Yani insanlar 1.000/1 ölüm riskiyle bu operasyona, işleme giriyorlar. Bu en önemli riski 1.000/1 ölüm riski var eğer anestezi altında yapıyorsanız. Diğeri 100 hastanın 40’ı 15 gün kadar süren unutkanlıklar yaşıyor ve bunların bir kısmı da 6 aya kadar uzayabiliyor ama %40 unutkanlık sorunu biz bununla ilgili araştırmayı da yaptık, yayınladık özellikle bipolar bozukluk hastalarında EKT’ye karşı tutumlar ve görüşler şeklinde dünyanın EKT dergisinde, EKT ile ilgili en yetkin dergisinde yayınlandı epeyce süre önce dünyadaki ilk çalışmaydı. Bipolar bozuklukta ve buna göre de hastaların %40’ında unutkanlık ortaya çıkmıştı. Bununla birlikte yine o çalışmamızın verilerine dönersek hastaların %70-%80’i EKT hakkında çok olumlu kanaatlere sahiptiler. Onun tedavi edici değerini çok net görüyorlardı. Hasta yakınlarının da çok büyük bir bölümü EKT’den fayda gördüklerinin farkındalardı. Diğer teknik transkraniyel manyetik uyarım nispeten daha yeni 30 senedir dünyada yaygınlaşıyor. Ben New York Üniversitesi’nde bu cihazın geliştirildiği laboratuvara da gittim. Çok geniş değil yani benim şu anda oturduğum bu odanın yaklaşık 2 katı kadar bir alanda bu cihaz geliştirilmiş ve uygulamaları yapılıyordu. Bu cihaz da önceleri dünyada biraz şüpheyle karşılandı. Gerçekten etki edip etmediği tartışıldı fakat galiba bir 10-15 yıl kadar önce Amerikan Gıda ve İlaç İdaresi bu cihazın depresyonda etkili olduğunu onayladı. Yapılan çalışmalar hastaların %62’sinin bu tedaviye yanıt verdiğini, tedaviye dirençli hastaların %62’sinin yani 2 tür antidepresan kullanmış ve tedaviye yanıtsız olan hastaların %62’sinin bu tedaviye yanıt verdiğini gösterdi araştırmalar. Transkraniyel manyetik uyarım nerelerde geçerli; depresyonda, obsesif kompulsif bozuklukta bunlarda açıkça ruhsat almış durumda. Bunun yanında primer fokal afazi ve parkinson hastalığı, yer yer alzheimer gibi hastalıklar, migren gibi tablolarda, huzursuz bacak sendromunda işe yaradığına ilişkin çok sayıda yayın var. Yine bipolar bozuklukta işe yaradığına ilişkin yayınlar var. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunda değil ama bipolar bozukluktaki dikkat sorunları ve bilişsel kayıplar konusunda işe yaradığına ilişkin veriler oluşmuş durumda ama bu saydıklarımın hiçbiri henüz cihazın onay aldığı alanlar değil. Sadece depresyon ve obsesif kompulsif bozuklukta cihaz onay almış durumda. Olası yan etkileri ne, transkraniyel manyetik uyarımın yan etkileri EKT ile karşılaştırılmayacak kadar az. EKT’de ciddi ölüm riski ve hafıza sorunları demiştim. Bir meseleyi atlamayalım EKT ile ilgili, EKT eğer anestezi altında uygulanmazsa %3-%5 kemik kırıklarıyla gidebiliyordu eskiden. Anestezi altında uygulanırken en azından bundan uzaklaşılmış oldu. O açıdan iyi çünkü bizim asistanlık yıllarımızda birkaç hastada kemiklerinin kırıldığına şahit olmuştuk. Transkraniyel manyetik uyarım bu açıdan çok güvenli bir cihaz. EKT kadar etkili değil. EKT hastaların tedaviye dirençli hastaların bile %80’inde etkili TMU %62’sinde etkili. TMU ise yan etkiler açısından çok avantajlı bir yöntem çünkü herhangi bir anestezi almasına gerek kalmıyor insanın. Cihazın bir uygulama parçası var beyne doğru yaklaştırılıyor ve yer tespiti yapılıyor. O parça beyne manyetik alan uyguluyor. Nedir manyetik alan güçlü bir mıknatıs yani. Bu mıknatıs ne işe yarıyor; beynin belli bölgelerini uyarmaya yani tıpkı bizim spor salonunda kas çalışırken, kaslarımıza güç yüklerken onlara karşı mücadele verip kaslarımızı güçlendirirken olduğu gibi beyine de manyetik alan uygulanarak güçlü bir biçimde beyin hücrelerinin elektriksel iletisi de arttırılıyor ve beyin hücreleri de çalıştırılmış oluyor. Hatta daha ilginç bir şey söyleyeyim size biz hastalarımıza TMU uygularken onların hayvan isimlerini saymasını istiyoruz. Böylece beyin hücrelerinin daha da meşgul olarak daha fazla yük yüklenerek çalışmasını ve güçlenmesini sağlıyoruz. Dolayısıyla tedaviden böylece fayda görüyorlar. EKT daha sert ama daha güçlü bir tedavi, yan etkileri açısından daha sorunlu ama sonuçları açısından daha yüz güldürücü ve hastanede yapılması gerekiyor. Transkraniyel manyetik uyarım ise daha pratik, daha az güçlü ama daha az yan etkileri olan ve daha rahat bir teknik. Muayenehaneler dâhil kullanılabiliyor ben de yaklaşık 3 yıldır muayenehanemde bu cihaza yer veriyorum. Amerika’dan getirttik ve kullanıyoruz, gayet güzel sonuçlar, gayet iyi neticeler alıyoruz. 


6) Kalıtsal aile travmaları hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyim? Gerçekten bir travma, nesiller sonra genlere geçerek ortaya çıkıyor mu? Fikrin bilimsel dayanakları ne kadar güvenilir? Bu süreci ağır travma ile geçirenler, hamileler vs. için bu durum söz konusu olur mu? 


Genetiğin bugüne kadar tespit edilmiş en ana veriler çerçevesinde konuşacak olursak, travmalar genetikle sonraki kuşaklara doğrudan aktarılmıyor aktarılmıyor. Bununla birlikte şimdi ismini hatırlayamayacağım bir hanımefendi galiba gayrimüslim bir vatandaşımız olsa gerek dini hakkında yorum yapmak uygun değil ama isimden öyle çıkarıyorum. Çapa’da genetik alanda çalışan öğretim üyesi olan bir hanımefendi, travmaların da genetik yoluyla aktarılabildiği konusunda bir yorum yapmıştı Hürriyet Gazetesi’nde gördüm. İkna edici ipuçları barındırıyordu ama son durumu bilmiyorum. Bir de hani bu travmaların aktarılıp aktarılmaması konusu hiç şüphesiz psikiyatrinin en ana meselesi değildir ama atalarımızdan devraldığımız veya genetik olarak devralsak da almasak da en azından öyküleri dinliyoruz. Yani travmaların öyküsünü annemizden, babamızdan, dedemizden, halamızdan, dayımızdan duyuyoruz. Dolayısıyla bu travmalar zaten zihnimize nakşoluyor çocukluğumuzdan itibaren defalarca duyuyoruz. Yani mesela ben babamın bir boğulma öyküsünü, boğulmamıştı ama çok ciddi bir boğulma tehlikesi geçirdiği bir öyküyü babamdan en az 50 kez ve böyle hani neredeyse meddah tekniği içerisinde dinlemişimdir ve dehşete kapılmışımdır çocukluğumdan beri. Ben mesela yüzmeyi çok bilmem muhtemelen babamın bu öyküsünün beni etkilediğini ve denizde daha derin daha derin alanlara gitmekten alıkoyduğunu dolayısıyla sınırlı bir yüzme kabiliyeti içerisinde beni hapsettiğini düşünürüm. Dolayısıyla bunun için özel bir genetik aktarıma gerek yok. Babam zaten çok başarılı bir yüzücüydü o anlamda kilometrelerce yüzebiliyordu ama bu anlattığı derin korku, kaygı içeren ölüm tehlikesi atlattığı boğulma gibi bir olay nedeniyle söz gelimi abilerimde çok iyi yüzücülerdi. Ben iyi bir yüzücü olamadım. Bunun genetik bir aktarımdan daha çok öykülerin aktarımıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. ‘’Genetikle travmaların aktarıldığına ilişkin yeterince bilimsel kanıt var mı?’’ diyor henüz bu yeterince ağırlık kazanmış durumda değil benim bildiğim kadarıyla ama ileride değişik verilerin ortaya çıkabileceğini düşündürten ipuçları var. Bu çalışmaları izlemeye devam etmek lazım. 


7) Antidepresanlar unutkanlığa ve dikkat eksikliğine yol açar mı? 


Hani hemen yekten cevap vereyim tabir uygunsa evet böyle bir yan etkileri olabilir. Ancak depresyonda zaten insanın dikkati çok azaldığı için, çok unutkan olduğu için, genel hafıza problemleri yaşadıkları için antidepresanların yan etkisinin yanında tedavi edici değerleri nedeniyle çok ciddi anlamda antidepresan kullanırken bilişsel faaliyetlerimiz, kognitif faaliyetlerimiz çok ciddi anlamda ilerler unutkanlık ve dikkat sorunlarımız önemli oranda düzelir. Dolayısıyla çok az hastada sadece antidepresana bağlı bir dikkat ve unutkanlık problemiyle karşılaşmak mümkün olur. Çoğu zaman antidepresanların yaptığı zannedilen unutkanlık ve dikkat sorunları esasen bizzat depresyon nedeniyle ortaya çıkmaktadır ama hastalar ilaçlara bunu atfetmektedir. Bu da tedaviyi aksatmalarına neden olabilir. 


8) Yüzdeki kıllar veya kaşlarla veya herhangi bir yara veya sivilce ile uğraşmak bir kişilik bozukluğu olarak görülebilir mi? 


Bir bozukluktur bir rahatsızlıktır ama asla kişilik bozukluğu değildir. Bu çoğu zaman kaygının da eşlik ettiği bir dürtü kontrol sorunudur. Yani kıl yolma, kaş, kirpik, saç veya tüylerimizi yolma adı trikotillomani yani kıl yolma hastalığıdır. Bunlar tedavi edilebilir. Yine sivilcelerle oynamak, tırnakları yemek, tırnakların kenarındaki küçük tırnak kıymıklarını halk arasında ‘’şeytan tırnağı’’ diye geçerdi onları yolmak ya da dişlemek, onlarla oynamak da benzeri sorunlardır. Dolayısıyla bu bir tür dürtü kontrol sorunudur. Çoğu zaman uygun bir antidepresan tedaviye veya bazı antipsikotik tedavilere de yanıt verebilirler. Bununla ilgili bizim de yayınladığımız olgularımız var. Bunun bir psikiyatrik sorun olabileceğini bilmek lazım. Bu tür bir konu söz konusu olduğunda psikiyatristle temas etmekte fayda var eğer küçük çocuklardan bahsediyorsak onların da çocuk psikiyatristlerine gösterilmesinde fayda olabilir. Çünkü hekimler bu sorunu uygun ilaçlarla çözebilirler. Çocuk ve ilaç kullanımı konusunda kafanızın karışmasını istemem. Hekimlerin önerdiği ilaçları kullanmanızda hiçbir sakınca yoktur. 


9) Herkes ‘’Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tedavi edilemez ve ilaçlarla günü kurtararak idare edilir.’’ diyor. Siz ne düşünüyorsunuz. İlaçlara gerek kalmaksızın kalıcı tedavi mümkün mü? 


Bir kere bu benim düşünceme terk edilmiş, insafına bırakılmış bir konu değil. Bu konuda dünyada çok sayıda yayın, araştırma, veri birikiyor. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tıpkı kroniksel edebilen bir depresyon gibi, bipolar bozukluk gibi, şizofreni gibi, obsesif kompulsif bozukluk gibi veya tansiyon problemi, şeker hastalığı gibi, romatizmal hastalıklar gibi önemli bir hastalıktır. Ya dikkati toplamakta ciddi güçlükler ya da aşırı hareketlik ve yerinde duramama, sürekli motor gibi hareket etme şeklinde belirtilerle seyredebilir. İlaçlara da doğru zamanda fark edilir doğru müdahaleler yapılırsa gayet iyi cevap verebilen bir hastalıktır. Bu hastalığın tedavisinde ilaçları sürekli kullanmak gerekebilir. Psikiyatrik hastalıklar enfeksiyon hastalıkları gibi değil daha çok biraz evvel saydığım kalp, romatizma, hipertansiyon, şeker hastalıkları gibi hastalıklara benziyor. Uzun yıllar veya ömür boyu ilaç kullanmak gerekebilir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu da aynen böyledir. Bu hastaların önemli bir kısmı erişkinlikte de bu hastalıkları sürdürdükleri için erişkinlik hayatları boyunca da ilaç kullanmaları gerekebilir. Bir kısım hasta çocukluk ve ergenlikte belirtilen önemli bir kısmı taşıyor ve sonrasında iyileştiği için onlarda da daha az ilaç kullanmak veya ilaç kullanmamak gibi seçenekler olabilir. Bunun yanında ömür boyunca ilaç kullanması gereken dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu hastaları da vardır. Bu bizim için bir sürpriz olmamalı. Genellikle hasta ve yakınlarının ömür boyu ilaç kullanmaya karşı çok olumsuz bir tutumları vardır. Bunu ‘’ilaçlara bağımlı olmak’’ vs. gibi yorumlarlar oysa aynı hastalar eğer şeker hastası olsalar işte ‘’Hayat boyu insülin kullanmanız gerekiyor.’’ deseler çok daha rahat ikna olarak kullanabilirler. Söz konusu olan psikiyatrik hastalıklarsa toplumda yaygın olarak ilaçlara karşı bir direnme var. 


10) Uyuyamama ile ilgili bir genel değerlendirme yapabilir misiniz? 


Uyku bizim için psikiyatrik hastalıklarda tıpkı çocuk hastalıklarındaki, enfeksiyon hastalıklarındaki ateş gibidir. Düşünün ki bir küçük çocuk sürekli ateşleniyorsa bir enfeksiyonu var demektir. Psikiyatrik hastalarda iste uyuyamama veya fazla uyuma veya az uyuduğu halde kendini çok enerjik hissetmek gibi uykusuzluk veya uyumanın değişik şekilleri çeşitli hastalıklara işaret ediyor olabilir. Ortalama uykudan sapan her türlü uyku alışkanlığı, yaşama şekli bizim dikkatimizi çekmesi gerekir. Normalde insanların günde asgari 7 saat azami 9 saat uyuması gerekiyor ve aslında fabrika ayarlarımız, vücudumuzun ayarları gece 21:00 ile sabah 05:00 arasında uyumaya ayarlı. Çünkü bu saatler arasında melatonin hormonu salgılanıyor. Melatonin karanlıkta salınır ve ancak o saatlerde uyursak anlamı var yoksa bunu gündüze doğru kaydırdığımızda melatonin ışık nedeniyle yeterince salınmaz ve vücudumuz yeterince dinlenmez. Gece dinlenme vaktidir, gündüz çalışma vaktidir. Bu ayrıma çok dikkat etmemiz gerekir. Uyuyamamamızın en önemli nedenlerinden birisi; gündüz uyumuş olmamızdır. Böylece gece uykusu sarkar. Bu hat devam ederse yani siz gece değil de daha çok gündüz uyumaya başladığınızda bu kez geceleri daha da uyuyamaz hale gelebilirsiniz. Uykunun tamamen kaydığı, insanların sabahtan akşama uyuduğu sonra akşamdan sabaha da uyanık kalıp güya işte kendilerince ders çalıştıkları veya eğlendikleri veya dikkatlerinin arttığı bir köşede kitap okudukları, bundan çok zevk aldıklarını söyledikleri vs. yaşantılar olabilir. Bunların hiçbiri gerçek bir anlam taşımıyor. Çünkü insan beyni esasen gündüz uyanık olmak ve gece uyumak üzere yaratılmıştır. Biz de öğrenciyken; ‘’Şimdi gündüz uyuyayım gece sessizlikte kalkar ders çalışırım.’’ vs. gibi şeyler yapardık. Ben kalkardım sonra bir süre sonra oturduğum yerde uyuklamaya başlar ve tekrar yeniden uyurdum. Doğrusu geceleri düzgün uyumamız gündüz de kalkıp ders çalışacaksak ders çalışmamız, işimize bakacaksak da işimize bakmamız. Uykuyla ilgili alınacak önlemler uyku hijyeni başlığı altında geçer. Mesela içinde bulunduğunuz odada 24 dereceden daha yüksek sıcaklığın olmaması gerektiği söylenilebilir. Yüksek sıcaklıkta insan rahat uyuyamaz. Gece uyuyacağımız odanın mümkünse tamamen karanlık olmasında büyük fayda vardır az önce söylediğim melatoninin salgılanması için. Yine bulunduğumuz odanın içerisinde televizyon, dijital ekranlar, cep telefonuyla oynama yatmadan evvel bunlardan uzak durmamız gerekir. Hatta genel bir prensip vardır; yatak odası cinsellik ve uyku haricinde kullanılmamalıdır. Yani o oda bize sadece uykuyu veya cinselliği çağrıştırır bir nokta olmalıdır. Onun dışında doğrudan günlük yaşamı çağrıştırmaması gerekir. Bu şartlara riayet edersek eğer rahat uyuyabiliriz. Uykuya dalmakta güçlük çekiyorsak yatmadan evvel bir ılık duş almak da işe yarayabilir. Bunun dışında özellikle kaygı bozukluklarında, depresyonda, şizofreni, psikoz gibi hastalılarda gerginlik, sıkıntı, öfke vs. gibi nedenlerle uykuya dalmak çok kolay olmayabilir. Yine alınacak hijyenik önlemlerden birisi; akşam saatlerinde uyarıcı şeyler içmemek olabilir yani kahve, çay vs. ben eskiden çayı çok seviyordum, kahveyi hemen hemen hiç içmem zaten akşam saatlerinde hiç dokunmam zaten. Şimdi artık çayı da istemiyorum. Genel olarak sağlığımıza uykunun yaptığı katkıları bildiğim için de şartlarda müsaitse gece 21:00-22:00 gibi uyumaya çalışıyorum ama müsait değilse hiç olmazsa gece 23:00 nadiren olsa bu saati geçtiğimiz oluyor. Bunlara dikkat etmek lazım yani eğer gece 21:00’da uyuyup sabah 05:00-06:00 gibi kalkacak uyku düzeni kurulamıyorsa, günümüze, çevremize uygun değilse en kötü ihtimalle gece 23:00’de uyumamızda fayda var. Vurgulayıcı bir şey söyleyeyim gerçekte en güzel uykuyu köylüler uyuyor. Onlar gibi uyumamız lazım erken saatte yatıp erken saatte kalkmamız gerek. Mesela gündelik dilde namaz vakitlerini açıklarken yatsı namazı diye geçer halk arasında yani aslında ondan kısa süre sonra gidilip yatılacağı anlamına geliyor. Bir köylü yaşantısının bir tabiri diyelim bence de doğru bir yaklaşım. Çok uzun saatler ayakta kalmamak gerekiyor. Böylece sabahları daha dinlenmiş olarak kalkma şansımız var. 



Bu metin, Prof. Dr. Haluk Savaş’ın Ahval haber sitesi ve kendi Youtube kanalında yayınlanan ‘’Bir Tatlı Huzur Prof. Dr. Haluk Savaş’la Soru-Cevap Psikiyatri’’ programının yazılı halidir.