Bir Tatlı Huzur 16/05/2019
1) Anksiyete bozukluğu için yiyecek ve spor önerileriniz nelerdir? 

Ben bu soruyu biraz daha genişlettim. Psikiyatri dünyasında bunlar çok ayrıntılı olarak konuşulmaz. Genellikle ilaç tedavileri ve psikoterapi gibi şeyler üzerine durulur ama son yıllarda bu alanda çok farklı çalışmalar var. Yeni bilgiler de birikiyor. Özellikle anksiyete bozukluğu konusunda yiyeceklere yönelik diyetle ilgili çok önemli bir yayına rastlamadım. Depresyonda gıdalarla ilgili önemli öneriler var onları söyleyebilirim. Özellikle Akdeniz tipi diyet yağdan, proteinden daha fakir diyet daha çok sebzelere ağırlık veren diyet Akdeniz tipi diyet özellikle daha çok tercih edilmesi gereken diyet olarak ortaya çıkıyor. Bununla ilgili bariz araştırma sonuçları var. Depresyonda çok net buna ilişkin sonuçlar ortaya çıkmış durumda. Anksiyete bozukluğu için yiyecek ve spor olarak baktığımızda yiyecekle ilgili bir şey yok. Fakat spor ve spora benzeyen yöntemler mesela yoga, tai-chi, qi gong denilen Doğu felsefelerinde önde olan bu meditasyon teknikleri özellikle hem depresyonda hem de bazı anksiyete bozukluklarında işe yarıyor gözüküyor. Mesela yoga, panik bozukluk ve kaygı bozukluğunda bariz işe yarıyor. Onun dışında söylediğim bu tekniklerin tamamı depresyonda işe yarıyor hem gıda hem de Uzak Doğu meditasyon teknikleri bunlar spora da benziyor ayrı bir mesele ama doğrudan sporun etki ettiği alan ise daha çok depresyon gibi gözüküyor hem kronik depresyonda tedaviye dirençli depresyonda ve ünipolar tek uçlu depresyonda bariz bir biçimde bu önemler işe yarıyor. Diğer yandan sebze tüketiminin artmış olması, yağ tüketiminin azaltılmış olması, kalorinin kısıtlanması ve Akdeniz diyetinin öne çıkması da söylediğim gibi depresyonda öne çıkıyor. Bunların ilginç bir parçası var anksiyete bozukluğunda etkisiz dedim ama diyetle ilgili önlemler özellikle kadın cinsiyetinde çalışıyor. Yani kaygı bozukluklarında kadınlar diyete dikkat ettiklerinde bu şekilde dikkat ettiklerinde katkı görebiliyorlar özellikle bunun ek tedavi olarak işe yaradığı gösterilmiş durumda. Fakat bütün meta analizlere rağmen bu konudaki bilgileri ihtiyatla ele almakta fayda var. Bunları yapmanın hayatımızda özel bir zararı yok ama nispeten faydası olabileceğine ilişkin yayınlar var. Bu nedenle biraz ihtiyatla yani doktor önerisi gibi değil ama belki faydası olabilecek teknikler olarak düşünmenizde fayda var ama bu konuda akademik yayınlar da var. Bunları da söylemek isterim yani benim kişisel önerim veya benim ‘’böyle yapın’’ dediğim şeyler değil ama yayınlar var, destekleyen veriler var. Dolayısıyla bir miktar tavsiyeye de dönüşme imkânı var gibi gözüküyor. 

2) Ben çok değer verdiğim birisinden ummadığım bir hareket görürsem psikolojik olarak midem bulanıyor. Sadece öğürüyorum ve kusuyorum; bu durum günlerce sürebiliyor. Yerlerde sürünüyorum. Hiçbir şey çare olmuyor. Neden? 

Evet, gerçekten sıklıkla medyada filan da rastlıyorsunuz. ‘’Bağırsaklarımız 2. beynimiz mi?’’ gibi böyle çarpıcı sözlerle ifade ediliyor bu tür düşünceler. Mide bağırsak sisteminin stres karşısında çabuk yanıt verdiğini biliyoruz ama böyle ‘’2. beyin’’ filan gibi fiyakalı sözlerin bilimsel hiçbir anlamı yok. Yalnız cilt gibi mide bağırsak sistemimizde stresli olaylar karşısında çabuk yanıt verebilen, değişiklikleri çabuk hissedebilen yapıya sahipler. Bu nedenle bu tür tepkilerle karşılaşabiliyoruz genellikle kaygı bozuklukları olan hastalarda ve somatizasyon bozuklukları dediğimiz kaygıyla da çok ilintili olan bir bozuklukta vücut çevresel olaylara çok tepki veriyor. Aslında vücudumuzun en çok tepki veren organı beyindir. Belki ondan sonra en çok tepki veren organ sistemlerinden birisi de bağırsak ve cilttir. Dolayısıyla bunların bu çabuk tepki veriyor oluşları belki de 2. beyin gibi değerlendirmelere neden oluyor. Mide bağırsak sistemi evet kaygıyla çok ilişkili dolayısıyla da böyle stres verici olaylar karşısında çabuk sonuçlar ortaya çıkabilir. Bu tür bir bünyeye sahipseniz bir kaygı bozukluğunun sizde olma olasılığı çok yüksektir. Bu nedenle bir psikiyatriste başvurmakta fayda var. 

3)Sınav heyecanının hipnozla yenilebileceği ne kadar doğru? 

Bir kere bu sadece sınava ilişkin bir kaygıysa büyük oranda doğru, bir psikiyatrist tarafından tedavi müdahalesinin edilmesi çok doğru olur hipnozdan anlayan bir psikiyatrist tarafından ama tabii ki önce psikiyatristin bir de bunun bir başka kaygı bozukluğu olup olmadığını test etmesi gerekir. Hiçbir psikiyatrik tedavi tam bir tanı konulmadan uygulanmamalı. Yani psikiyatride ‘’sınav heyecanı’’ diye bir tanı yok kaygı bozuklukları var. Sadece ‘’sınav heyecanı’’ diye geçiştirilmeyecek kadar yoğun kaygıları olan insanlar özellikle sınava doğru artmış kaygıları nedeniyle toplum tarafından bir kaygı bozukluğu gibi değil de ‘’sınav kaygısı yaşıyor’’ şeklinde ifade ediliyor. Bu çoğu zaman doğru değil. O kişinin gerçekte bir kaygı bozukluğu var ve tedavi edilmesi gerekiyor. Bunun gerekirse ilaçla gerekirse psikoterapiyle gerekirse hipnoz altında yapılan psikoterapilerle tedavi edilmesi gerekir. Burada ‘’Bu doğru mu?’’ diye sorulmuş. Yanlış dememiz çok zor tabii ki hipnoz da bir tedavi tekniği olarak kullanılabilir ama bakalım sadece hipnozla müdahale edilebilecek kadar hafif bir durum mu var ortada yoksa karmaşık bir şey mi. Bir de başka dikkat çekmek istediğim husus psikiyatriyle ilgili tüm konuları buna ‘’sınav heyecanı’’ vs. ne derseniz deyin bunlarda dâhil olmak üzere öncelikle psikiyatristlerle görüşmenizde fayda var. Onlar size ayrı bir yol önermediği müddetçe cinci hocaya gider gibi mahalledeki rehberlikçi bir kişiye veya işte duyduğunuz falanca psikologa bir klinik deneyimi olmayan kişilere gitmenin kesinlikle doğru bir yöntem olmadığını sizi yanıltabileceğini o kişilerin de yeterli ehliyeti sahip olmadığını klinik durumlar karşısında yeterli ehliyete sahip olmadıklarını söylemek isterim. Elbette eğitimi ilgilendiren bir husus bir danışmanlık, rehberlik hocasını da ilgilendirir. Elbette klinik psikoloji eğitimi almış bir psikolog için heyecan, kaygı bozuklukları gibi kavramlar kendi başına da bir mana ifade edebilir ama tüm bunlarda ana yönlendirmeyi yapması gereken kişinin bir psikiyatrist olduğunu düşünüyorum. Öncelikle bir psikiyatristten başlayarak tedaviye yönlendirmek lazım veya tanıya yönlendirmek lazım. 

4) Yeterince tıbbi yardım alınamaması durumunda obsesif kompulsif bozukluğu nasıl yenebiliriz? 

Bir kere öncelikle şunu söyleyeyim. Obsesif kompulsif bozukluk çok ciddi bir psikiyatrik hastalıktır. Yani öyle takıntı, stres filan gibi kelimelerle geçiştirilemeyecek öneme sahip çok önemli bir hastalıktır, hastalıktır, hastalıktır. Özellikle üzerinde durayım. Takıntı bozuklukları yani zihnimize gelen çeşitli duygu, düşünce ve kaygıların tekrarlayıcı bir biçimde zihnimize sokulması bizi temizlik, cinsellik, dinle alakalı çeşitli düşüncelerin zihnimizde tekrar etmesine neden olması psikiyatrinin belki de şizofreniden sonraki veya belki de ondan önce sayılabilecek en önemli hastalıklardan birisidir. Bu durumun tıbbi yardım almadan düzeltilebilmesi öncelikle mümkün değil. Öncelikle obsesif kompulsif bozukluk tıbbi bir hastalıktır ve mutlaka tıbbi bir girişim gerektirir. Bu soru şuna benziyor; bacağı kırılmış bir adamın basbayağı kırıktan bahsediyoruz. ‘’Tıbbi yardım almadan nasıl düzeltebiliriz?’’ demekten hiçbir farkı yok veya midesinde kanser olan bir kişiyi ‘’Tıbbi yardım almadan nasıl tedavi edebiliriz?’’ demekten hiçbir farkı yok bunun. Dolayısıyla psikiyatrik tedaviyi gerektirir. Bunu bilmemizde fayda var. Fakat obsesif kompulsif bozuklukta ilaçların dışında ciddi anlamda psikoterapiye ihtiyaç vardır. Psikoterapi de bu tedavinin en iyi araçlarından birisidir. Dolayısıyla bunu da hafife almamak gerekir. Mümkünse bu tedaviyi sağlayacak psikiyatristlerle yakın işbirliği halinde tedaviyi sürdürmek gerekir. 

5) Hapse giren veya yurt dışına çıkan, ailesinden ayrı kalan, mağdur ve mazlumlar arasında sıkça kansere yakalanma ve vefat haberleri duyuyoruz. Yaşanan sürecin ağırlığı mı bunu hızlandırdı? İrade zayıflayıp vücut yenik mi düştü? 

Bu çok önemli bu yeni bir şey değil aslında Türkiye’de varlık vergisi uygulandığında yani İnönü iktidarı sırasında geçmişte Ermeni, Yahudi ve diğer azınlık vatandaşlarımıza baskı yapıldığı dönemde onların aşağılandığı, horlandığı, ellerinden mallarının alındığı, Doğu’da Aşkale’de tren yolu inşaatında taş kırmaya, çalışmaya zorlandıkları günlerde ve mallarına el kondukları ağır strese maruz kaldıkları günlerde bu kişiler arasında da benzer şekilde yoğun vefatlar, kalp krizleri ve kanserden ölümlere rastlanmış. Kaynak olarak Ayşe Hür’ün ‘’Gayrimüslimlerin Öteki Tarihi’’ kitabına bakabilirsiniz. Orada ayrıntılarıyla bu olaylar anlatılıyor. Yine II. Dünya Savaşı sırasında Yahudilerin uğradığı zulüm, aşağılanma, horlanma, dışlanma gibi süreçlerde de insanların daha kolay ölür hale geldiklerini, yoğun psikiyatrik hastalıklar yaşadıklarını tarihsel metinler gösteriyor. Burada da şu anda Türkiye’de yaşanan şey bir darbe sürecinden sonra kötü, kimlerin ve nasıl yaptığı konusunda çeşitli şüphelerin ortaya çıktığı bir darbe sürecinden sonra toplumun ve devletimizin büyük bir tehdit algılaması neticesinde geniş toplumsal kesimlerin potansiyel darbeci gibi algılanıp çok büyük topluluklar halinde hapislere tıkılması, sosyal haklarından mahrum bırakılması, pasaportlarının iptal edilmesi, çok geniş grupların strese maruz kalması maalesef arada çok geniş ve masum insanları olumsuz şartlarla baş başa bırakmış ve mağduriyetlere uğratmıştır. Kanser de bu kişiler arasında çok yaygındır maalesef hapislerde de kanserden ölenler olmuştur. Kanser olduğu halde hapishanelerden çıkamamışlardır veya doğru tedavi uygulanma şansı olmamıştır. Dışarda da gündelik yaşamda da çoğu insan bu kişilerin yakınları da benzer travmalar nedeniyle ağır psikiyatrik sorunlar, kanser ve ölümcül hastalıklara hem yakalanmış hem de ölmüşlerdir veya çok zor sağlık şartları içerisinde yaşamaya devam etmektedirler. Buna neden olan en önemli şey vücudun savunma sisteminin bu stres karşısında çökmesidir. Çok yaygın olarak görüyoruz bunu dolayısıyla bu bir irade zayıflığı değil hepimizin yaşayabileceği stres altında doğal vücut cevabıdır. Herkes bakın özellikle dindarlar, Müslümanlar için söylüyorum herkes çok zor psikiyatrik şartlar yaşayabilir. Mesela peygambere de 3 yıl boyunca yaklaşık herhangi bir vahiy gelmemiştir. O dönem depresyon değil depresif bir ruh haline sahip olduğu, pek yaşamak istemediği, belki intiharı arzulamış olabileceğine ilişkin bazı kanıtlar vardır. Ayrıntılar için Muhammed Hamidullah’ın ‘’İslam Peygamberi’’ kitabına bakabilirsiniz. Başka kaynaklarda da peygamberin neredeyse hani ölümü tercih ettiği gibi veya Kuranı Kerim’de de böyle bilgiler var. Hani kendini mahvedeceksin, mahvediyorsun anlamına gelen ifadeler var. Sonuçta hepimiz insanız ve bir biyolojimiz var. Stres altında ciddi anlamda zorluklar yaşar ya da depresif tepkiler verebilir. Vücudumuzda da diğer fiziksel hastalıkların çıkmasına bu stresler yol açabildiği gibi biz de savunma sistemimizin çökmesine de yine böyle durumlara duçar olabiliriz. Bunların hepsi insani hallerdir şaşıracak bir şey yok. Onun için tedavilerimizi aksatmamak ve hekimlere ulaşmak önemli bir hedef olmalı. 

6) Uzun süren tutukluluk sonrası normal hayata adapte olma konusunda neler tavsiye edersiniz? 

Bence özellikle uykumuz bozulduysa kendimizi yorgun hissediyorsak, bitkin hissediyorsak, gündelik yaşamda güçsüz hissediyorsak, gündelik hayata katılmak istemiyorsak, hayattan zevk alamıyorsak, moral bozukluğu varsa, karamsarlık, ümitsizlik gibi belirtiler varsa ki bu saydıklarımın önemli bir kısmı depresyon belirtileridir. Bu belirtilerde mutlaka bir psikiyatriste gidip bir tedavi olmamız gerekir öncelikle bu değilse bu şiddette belirtilere rastlamıyorsak daha hafifse, az çok adapte olacak gibi gözüküyorsak akrabalarla, dostlarla, arkadaşlarla daha sık bir araya gelmek, sohbet etmek ve gündelik hayata katılma konusunda gayret sarf etmek gerekir. Yapabileceğimiz işler çok büyük işler olmayabilir. Küçük de olsa bir işten başlayarak ufak tefek şeyler yapmak hayata katılmak anlamına gelir. Ben de mesela bu anlamda hem tutukluk yaşadım hem sonrasında kanser gibi önemli bir hastalık yaşadım ve yaşıyorum halen hastalığım da 2. kez nüksetti ve ilkiyle beraber 3 olmuş oldu ama bununla birlikte bakın muayenehanemdeyim hizmet veriyorum. Şartlarımı kısıtlasam da daha az sayıda hasta alsam da uykuma dikkat etsem de evet bakın bu da önemli bir şey tutukluluk sonrası iyi uyumamız gerekiyor. Beslenmemize çok iyi dikkat etmemizde fayda var fiziksel anlamda sağlığımızı korumak için ve şüphesiz spor. Spor derken çok büyük bir şeyi kast etmiyorum. İlk soruda da cevapladığım gibi anksiyete ve depresyonda sporun önemi orada kast edilen egzersiz aslında günde 20 dakika kadar yürüyüş onun dışında Uzak Doğu meditasyon teknikleri de spora benzeyebildiği için onlar da kullanılabilir. Spor ve egzersiz anlamındaki yaklaşımların genel depresyon tedavisinde artık nerdeyse ilaç kadar yeri var diyebiliriz. Bu da günde en az 20 dakika kadar egzersiz, ritmik yürüyüş demek. Dolayısıyla bunlar da önemli ama ‘’En güçlü tavsiyeniz ne?’’ derseniz; ‘’gündelik hayata katılma ve mutlaka dost, akraba ve arkadaşlarla iyi bir çevre oluşturma ve sıcak insani ilişkiler’’ derim. Asla toplum dışılığa kendilerini mahkûm etmesinler, toplumdan onları toplum dışı görmeye çalışan insanlar olsa bile bunda nezaketle mücadele edip gündelik hayat mutlaka katılmalarını tavsiye ederim. Bununla birlikte benzer durumlar yaşamış insanlarla oturup sohbet edebilirler ama her şeyi böyle tutukluluk, hapis, uğranılan kötülükler, mağduriyetler bağlamında ele almamalılar. Mümkün olduğu kadar normal hayata uyum için normallikle ilgili konulara da değer vermeliler. Hayatta zevk aldıkları işleri daha çok yapmalılar, onlara zaman ayırmalılar. Çocuklarıyla, aileleriyle ekonomik imkânlarının el verdiği ölçüler içerisinde mutlaka günlük hayata katılmalılar tabir uygunsa eğlenmeliler, eğlenmeyi de ihmal etmemeliler. 

7) Ergenlik döneminde dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunun depresyonla ilişkisi nedir?

Önemli bir ilişki olduğunu ben de düşünüyordum baktım özellikle erişkinlikte yapılan bir ek hastalık çalışmasında depresyon en sık görülen bir ek hastalık. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğuna en çok eşlik eden hastalık depresyon. Bunu madde kullanımı ve sosyal fobi izliyor. Kadınlarda ise daha fazla madde kullanımı yerine yeme bozuklukları dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğuna eşlik ediyor. Erkeklerde bariz bir biçimde madde kullanımı eşlik ediyormuş ama en çok eşlik eden hastalık ne diye bakarsanız erişkinlerde majör depresyon. Ergenlerde yapılmış bir çalışmada dikkatimi çekti %75 oranında yaygın anksiyete bozukluğu eşlik ediyor. Benim de klinik gözlemim özellikle kaygı bozukluklarının daha sık olduğu yönünde ama depresyonda sıklıkla bu grupta atlanan bir hastalık öyküsü ve mutlaka tedavide buna vurgu yapmak, bunun üzerinde durmak gerekiyor. 

8) Sosyal anlamda arkadaşının olmaması nasıl bir sorundur? 

Buna neden olabilecek birkaç şey var. Biri insanlar şizoid karakterde olabilir yani insanlar çok sosyal ortamlarda bulunmak durumunda hissetmiyordur. Öyle bir ihtiyaç hissetmiyordur. Bazı insanlar daha az sosyallik içerisinde yaşayabilir. Bunları daha donuk, daha soğuk insanlar olarak algılayabiliriz. Bir başka grup şizotipal insanlardır onlar da tuhaftırlar görünümleri de tuhaftır yani saçları başları daha dağınık olabilir, gündelik hayata katılmayabilirler. Biraz psikoza yani akıl hastalıklarını çağrıştıran bir görünümde olabilirler ama akıl hastalığı asla değillerdir. Onlar da çok gündelik hayata katılma gereği duymazlar. Bunlar daha çok ‘’a grubu kişilikler’’ dediğimiz kişilik özelliklerine sahip olanlar bir diğer grup kaçıngan kişilik bozukluğu, bağımlı kişilik bozukluğu vs. kaygının etkin olduğu bir kişilik grubu var. Onlar da sosyal hayata çekingenlik nedeniyle katılamazlar. Bu sosyal fobi hastalığında da böyledir. Çabuk eleştirilecekleri, kınanacakları, kötü yorumlanacakları gibi kaygılarla sosyal hayata katılmazlar. Tabii bu onların doğal olarak daha az arkadaş edinmesine neden olur. Daha az arkadaş edinmek ne demek daha az çevre desteği sağlayabilirsiniz bu zor bir şey. Çünkü aslında hepimiz çevrenin desteğiyle güzel duygularıyla, onları bize ifade etmesiyle, bizim de onlara ifade etmemizle rahatlarız. En zor anlarımızda bile işte tutukluluk, hastane, hapishane, ölümcül hastalıklar sayabiliriz böyle nedenleri veya bir yakınımızın vefat etmesi tüm bunları bir araya gelerek aşarız. Yani mesela neden cenazeler olduğunda insanlar bir araya toplaşır, neden hastalık olduğunda hasta ziyaretine gideriz. Çünkü aslında başkalarına ihtiyaç hissederiz çok tabi bir insan ihtiyacıdır bu. Dolayısıyla sosyal anlamda arkadaşımızın olmaması özellikle bizi böyle yıkıcı olaylar karşısında çok çaresiz hissettirebilir. Hiç şüphesiz şizotipal ve şizoid vs. kişiler buna daha az ihtiyaç hissedebilirler ama bu olaylar karşısında dağılmaları tabir uygunsa akıl hastalığına yakalanmaları, psikoza yakalanmaları da daha kolay olur. Her zaman için güçlü sosyal bağları olan, samimi güçlü sosyal bağları ve arkadaşlıkları olan insanların psikiyatrik anlamda da daha sağlıklı tepkiler verebilecekleri üzerinde durulan bir kavramdır. Aynı zamanda ben kişilerarası ilişkiler terapisi uzmanıyım, terapistim ve aynı zamanda eğiticisiyim. Bununla ilgili çok önemli bir gelişme oldu dünyada birkaç tane yaşamın çok uzun olduğu bölge var bunlara ‘’Mavi Adalar’’ ‘’Mavi Bölgeler’’ vs. gibi isimler veriliyor. Bunlardan birisi Japonya diğeri de İtalya’daki Sardunya Adası buralarda uzun yaşamın sırrı araştırıldı özellikle İtalya Sardunya Adası’nda Harwardlı bir profesör hanımın yaptığı araştırma net olarak tüm istatiki analizlerden sonra çünkü burası dünya ortalamasının üzerinde tam 6 kat üzerinde 100 yaşından fazla insan yaşayan bir nüfusa sahip. Burada iki şey ortaya çıktı. Bir; çok yakın akrabalık ilişkilerinin uzun ömrü yordadığı diğeri ise toplumsal olarak biriyle selamlaşma yani tanımadığımız insanlarla da selamlaşma, gülümseme, onlarla bağlar kurmanın da çok güçlü, ömrü uzatan etkileri olduğu gösterildi. Yani Sardunya ahalisi İtalya’da daha çok sosyal bir yaşam sürüyor. Ailelerin birbirine bağımlılığı ben videolarını da izledim çok fazla. Dolayısıyla bu akrabalık ilişkilerimize, arkadaşlık ilişkilerimizi çok önem vermeliyiz. Mesela ben de biraz evvel hastalığım ve yaşadığım 1-2 sosyal hadise nedeniyle az önce ihtisastan arkadaşım bir psikiyatrist hanımefendi aradı; ‘’Senin için ne yapabilirim?’’ dedi. Ben; ‘’Yaptın işte aradın beni çok teşekkür ederim.’’ dedim. O da; ‘’Peki o zaman bugünlerde daha çok arayayım seni.’’ dedi. Tabii bu onu ablam gibi kardeşim gibi seviyorum o da öyle bir şey hissediyor muhtemelen o da öyle bir şefkat gösterme gereği duydu. ‘’Ablam gibi’’ diyorum ama yaşı benimle yaşıt genç aslında oradaki duyguyu ifade etmek istedim çok sevdiğim bir arkadaşım. Böylece güçlü duygular bizi hayatta tutar, biz onlar üzerinden hayata tutunuruz. Sosyal anlamda arkadaşının olmaması sonuç olarak çok iyi bir şey değil. Arkadaş olmak ve güçlü ilişkiler kurmamız önemli ruh sağlığı parametrelerinden birisi bizi de destekleyecek en önemli şeylerden birisi. 

9) Ölüm korkusunu yenmek mümkün mü? Çevredekilere bir şey olacak, trafik kazası geçirecek, kanser olacak, kötü hastalık tanısı gelecek, leblebi boğazına takılacak vb. günlük hayatı mahveden takıntılar silsilesinin gerçekten tedavisi var mı? 

Var bunlar genellikle yaygın anksiyete bozukluğunda veya obsesif kompulsif bozuklukta gördüğümüz takıntılar veya travma sonrası stres bozukluğunda da benzer takıntılar olabilir. Bunların tedavisi hiç şüphesiz var ve psikiyatrik tedavilerdir. Bunlar üzerinde hem ilaçla hem üzerinde durulduğunda ve çalışıldığında tedavisi vardır. Genellikle bu kaygı ve korkulara sahip olan kişilerin bir tedaviyi sürdürecek sebatları da olmadıkları için yıllarca bu korkularla yaşamak zorunda kalabiliyorlar. Gerçekte sistematik ve doğru bir çabayla bunlarla baş etmek mümkündür. Bunun yolu da bir psikiyatristle temas etmektir. 

10) Ağır depresyon tedavisi gören ve ''Aslında her şey çok kötü ama ilaçlar bana iyiymiş gibi gösteriyor, gerçek hayattan kopuyorum.'' diyerek ilaç kullanmayı ve doktora gitmeyi reddeden bir hastaya nasıl yaklaşmalıyız?

Bu çok yaygın bir yanılgı ilaçların iyi gösterdiği hayatın kötü olduğu fikri yaygın bir yanılgı yani tekrar ayak kırılma olayına dönelim. 42 km 200 m maraton koşan bir koşucunun bacağı kırıldıktan sonra koşamayıp işte koşamayacağım gibi düşünmesi veya şartlar çok kötü demesi veya gittiği ortopedistin ayağını güzelce protezle düzeltmesi ve daha sonra artık ayağının iyileşmesi ve koşabilir hale gelmesi o protez sayesinde iyileşmiştir diyelim. O protezinde orada durması gerekmektedir bunun kalıcı bir protez olduğunu düşünelim sonra gidip aslında bu şartlar çok kötü ben protez yüzünden koşabiliyorum veya yürüyebiliyorum bu protezi çıkaralım demesi kadar saçma bir şeydir ilacı kullanmayı reddetmek bazı psikiyatrik hastalıklarda bu kronik depresyonlar veya tekrarlayıcı depresyonlar da olabilir. Belki ömür boyu ilaç kullanmamız gerekiyor olabilir. Bu dünyanın sonu değildir. Tansiyon hastalarında, şeker hastalarında, kanser hastalarında olduğu gibi uzun yıllar tedavi görmek zorunda kalabiliriz. Bu bizim iyileşmediğimiz anlamına gelmez bazı hastalıkların tedavisi böyledir, sabittir. Mesela ben şimdi bu ekrana gözlüklerle bakıyorum yakın gözlüğü kullanıyorum. Önümdeki yazıyı bununla okuyorum bunu ömür boyu kullanacak olmam bir zaaf mıdır gözümdeki bir sorunu bu gözlükle çözüyorum takıyorum bakın göremiyorum şimdi, sonra takıyorum görebiliyorum ve okuyorum bundan daha tabi ne olabilir. Bir antidepresanla hayatı daha güzel algılayacaksam hayatımın sonuna kadar da bir antidepresanı kullanmaya devam da edebilirim. Bu şart değil ama bunun şart olduğu klinik tablolar var. 

Bu metin, Prof. Dr. Haluk Savaş’ın Ahval haber sitesi ve kendi Youtube kanalında yayınlanan ‘’Bir Tatlı Huzur Prof. Dr. Haluk Savaş’la Soru-Cevap Psikiyatri’’ programının yazılı halidir.