1) Kişinin obsesif
kompulsif bozukluk hastası olmasına ne sebep olur? Aklıma ilk güvensiz bir
ortamda büyümüş olabileceği geldi ama nedeni ne olabilir?
Doğrusu buna ilişkin çalışmalar var mı bilmiyorum. Yani
güvensiz bir ortamda büyümüş olmak obsesif kompulsif bozukluğa yol açıyor mu
bununla ilgili hiçbir kanıt bilmiyorum. Fakat genetik çok önemli bir neden ve
bununla ilgili çok sayıda kanıt var. Yani psikiyatrinin güçlü genetik aktarım
alan hastalıklarından birisi obsesif kompulsif bozukluk.
Obsesif kompulsif bozukluk nedir?
Kişinin zihnine gelen düşünce, düşlem, imge çeşitli şeylere
mani olamaması yani namaz kılarken acaba abdestim tam mıydı değil miydi,
temizlik yaparken acaba elim tam temizlendi mi temizlenmedi mi, abdest alırken
acaba her tarafım ıslandı mı ıslanmadı mı, cinsellik esnasında ortaya çıkan
sperm ve ovaryum bir döllenmeyle sonuçlanabilir mi veya korunuyorsa bu korunma
yeterli mi ya çocuk olursa gibi çeşitli takıntıların sürekli zihne gelmesi ve
bunlara mani olamama haline diyoruz.
Obsesyonlar bu zihne gelen düşünce, düşlem ve imgeler bazen
görüntü, ses vs. gibi de gelebilir bunlar. Onun için imgelem gibi sözler de
kullanıyoruz. Bunlar zihne düşen görüntü, düşünce, takıntı her neyse bunlar
işin obsesyon yani takıntı kısmı.
Bir de zorlantı kısmı var. Yani saplantı gibi bir de
zorlantı kısmı var. Kişinin kendini yapmaktan alıkoyamadığı davranışlar. Söz
gelimi; eli kirli diye elini yarım saat yıkamak, 15 dakika yıkamak, 5 dakika
yıkamak, 3 dakika yıkamak. Şimdi size soruyorum.
Bir insan elini ne kadar süre sabunlarsa temiz olur?
Efendim… 1 dakika… 2 dakika… 3 dakika… 5 dakika… 15 dakika…
Yarım saat… 1 saat…
Hangisi daha temiz olur?
Evet, yapılan çalışmalar gösteriyor ki 25 saniye elimizi
yıkarsak, ameliyathanelerin girişinde bile eğer yeterli sabun, dezenfektan vs.
ile karşılaşmışsak ameliyathane girişinde bile bu kadar süreyle yıkamak yeterli
oluyor. Dolayısıyla saatlerce el yıkamanın elimizi mikroplardan veya kirden
arındırma anlamında hiçbir manası yok. Eğer takıntılı bir insansak, obsesif
kompulsif bozukluksak saatlerimizi bu işe harcayabiliriz ve hiçbir anlamı da
olmaz. Tabii bu hastalığın diğer insanlar için ne kadar zor olduğunu tahmin
edebiliyor musunuz?
Böyle bir kişiyle evli olduğunuzda bütün vakit yıkanma,
tuvalet, tuvalet temizliği, evin tertip düzeni, masanın tertip düzeni,
gıdaların temizliği vs. gibi konulara girecektir. Evlilik yaşantınızın mutluluğunuzun
önemli bir kısmını bu ayrıntılar alıp götürecektir maalesef. Hemen her gün böyle
bir hastayı ya da böyle bir çifti görüyorum zor bir hastalık. Yani
“psikiyatrinin kanseri” ifadesi kullanılır veya “zihin kanseri” ifadesi de
kullanılır.
Tedavi edilemez bir hastalık değil. Tekrar söyleyeyim
güvensiz bir ortamda büyümüş olmak vs. gibi bir nedenle ilişkisi bugüne kadar
gösterilebilmiş değil. Fakat genetik olarak ilişki gösterilmiş durumda yani
insanlar bu hastalığa sahip olan kişilerin ailelerinde bu hastalığa sahip olan
kişilerin ortaya çıkma ihtimali çok daha fazla oluyor.
Bu beynin bir hasarı, beyindeki kimyasal bir arıza. Beynin
bir çok bölgesinde gösterilmiş ileti kusurları veya şeker kullanma kusurları
veya dokuda küçülme vs. bir çok veriye sahip bu hastalık. Dolayısıyla bir beyin
hastalığı, bunu bilerek tedavi ettirmemiz lazım. O nedenle psikiyatristlere
gittiklerimizde işte “Efendim takıntılarda niye ilaç kullanıyoruz, ilaç
kullanmadan yenemez miyiz acaba? gibi sorular sormanın da bir esprisi yok.
Genetik biyolojik bir hastalık ve ilaçların da ciddi bir katkısı var ve bu bir
beyin hastalığı öyle güvensiz bir ortamda büyümüş olmakla veya daha güvenli bir
ortama geçecek olmakla hiçbir ilişkisi yok denilebilir.
2) Çocukluktan beri
var olan dürtü bozukluğuna öneriniz nedir?
Soru çok genel tabii “dürtü bozukluğu” derken ne
kastedilmiş? Öfke kontrolünde bir sorun mu? Çalma hastalığı mı? Saç yolma mı? Tırnak
yeme mi? Sivilcelerle oynama mı? Vücudu yolma mı? Tırnak diplerini yolma mı?
Bunların hepsi dürtü kontrol bozuklukları, bunlar hakkında
bir bilgi verilmemiş ama çocukluktan beri var olduğu söylenmiş. Bunun için özel
bir önerimiz yok. Yani çocukluktan beri var olması sadece bize var olduğunu ve
uzun süreli bir hastalık olduğunu gösterir.
Çoğu zaman bu tür dürtü kontrol bozukluklarına kaygı
bozuklukları da eşlik eder. Ben çoğu hastada bunu siz de yapın anlamında
söylemiyorum bu hastalıkların birliktelikleri nedeniyle kaygı giderici ilaçlar,
antidepresanlar ve dürtüyü denetlemeyi sağlayan bazı antipsikotikleri de
beraber kullanarak gayet iyi neticeler alıyorum.
Böyle uzaktan bir öneri yapmak doğru değil. Dürtü kontrol
sorunları olan insanlar saç yolmadan öfkeye kadar, tırnak yemeye kadar değişik
spektrumda dürtü kontrol sorunları olan insanların mutlaka öncelikle bir
psikiyatriste ulaşmaları gerekir. Ulaştıklarında da uygun bir ilaç
kombinasyonuyla ciddi tedavi sonuçları sağlamak mümkün.
3) Erken ergenliğe
giren kız çocukları ne kadar agresif olabilirler? Anne babaya şiddet girişimi,
çevresine karşı agresif davranışlar sergilemesi görülen bir durum mudur ya da
başka bir rahatsızlık göstergesi midir?
İlginç bir soru. Şimdi hani bir kere erken ergenlik ne
demek? Erken ergenlik var mı? Bu bahsedilen kişi için gerçekten erken girilmiş
bir ergenlikten söz edilir mi?
Kız çocuklarında ergenliğin 9 yaşlarına kadar olabildiğini
biliyoruz. 10-15 daha yukarı yaşlara kadar da çıkabilir. İlk adet görme ve
diğer ergenlik belirtileri hani memelerin büyümesi daha kadınsı bir görünüm
kazanma ve doğurganlık kapasitesinin kazanılması bunlar ergenlik döneminde kız
çocuklarında olan şeyler. Erkeklerde de benzer cinsel kimliğe ilişkin biyolojik
değişiklikler ortaya çıkıyor.
Soruya dönersek bu çocukta erken olduğu söyleniyor, erken
olması bir hastalık belirtisi de olabilir elbette. Yani hormonlarla ilgili bir
sorun olabilir ama erken değilse de bütün ergenliklerin az çok sorunla
seyrettiğini hepimiz hem kendimizden hem de çevremizden vs. çocuklarımızın
yetişmesinden anlıyoruz. Çünkü insan vücudu ciddi değişimler geçiriyor.
Bunlardan bir kısmı hormonal değişimler, cinsellikle alakalı değişimler ama
aynı zamanda beynimizde “budanma” denilen nöron hücrelerinin fazlaca dallanmış
kısımlarının bir tür budanma sürecinden geçiyor bu ergenlik döneminde. Beyin
bir tür olgunlaşmaya uğruyor. Yani çok dallı bir sistem budanıyor ve az dallı
bir sisteme dönüyor. Çünkü hani milyarlarca hücre var ve bunların belki daha da
fazla bağları var diğerleriyle bu entegre devre daha sadeleşiyor. Daha
sistematik daha iyi işler hale geliyor. Tüm bu işlemler olurken ergenlikte bir
dizi dürtü kontrol sorunları da dengesizlikler de ortaya çıkabiliyor. Fakat bu
ergenlik meselesinin büyütülmesi her şeyin ergenliğe atfedilmesi genel olarak
çok doğru bir düşünce biçimi değildir. Bir çocuk psikiyatristi arkadaşım öyle
söylerdi. Çoğu hastalık ergenliğe atfediliyor ve böylece atlanıyor hastalık
olduğu anlaşılmıyor. Hatta işi abartırdı: “Aslında ergenlik diye bir şey yoktur”
a getirirdi. Biraz esprisini yapıyordu. Burada kastettiği şey nedir?
Hem aileler hem doktorlar psikiyatrik hastalıkların
gelişimini ergenlik maskesiyle kapatıyorlar, farkında değiller. Çünkü aslında
bir çok psikiyatrik hastalığın geliştiği çağlarda ergenlik yaşları veya ilk gençlik
yıllarıdır. Bu yıllarda ortaya çıkan hastalıklar çoğu zaman aileler ve etrafı
tarafından hafife alınarak biraz da etiketlenme endişesiyle tuhaf bir biçimde yokmuş
gibi bir muameleye uğrar ve hasta yıllarca ızdırap çeker ve çevresine de
ızdırap çektirir. Dolayısıyla ergenlikmiş gibi kabul edilen çoğu tablo
psikiyatriste ulaştığında, tedavi gördüğünde günlük hayatta işlevsellik ciddi
anlamda artar.
Bugün bir aile 1 ay sonra çocuklarını getireceklerdi. 16-17
yaşlarında bir genç. Ben 16 yaşından itibaren gençlere bakıyorum. Normalde çocuk
psikiyatristleriyle aramızdaki sınır 16-24 arasında bir ara bölge var. Burada her
ikimizde bakabiliyoruz. 16 yaşından küçüklere bakmıyorum onların da 24 yaşından
daha yukarısına bakması doğru olmaz. Bugün getireceklerdi, çok sıkı, zorlu
seyreden hem kaygının hem öfke kontrol sorunlarının burada da sorulduğu gibi olduğu
bir hastaydı. Ailesi randevuyu 1 ay daha ötelemiş demek ki işler yolunda
gidiyor sekreterimin verdiği bilgiler o yönde. Neden? Çünkü hasta ilaçlarını
kullanıyor, az önce söylediğim ilaç kombinasyonlarına benzer bir kombinasyonla
oldukça iyi çok zor bir hastayken. Dolayısıyla ergenlik denen sözün
hastalıkları örtmesine müsaade etmemek lazım. Yani bu soruyla ilgili
vurgulayabileceğim en önemli konu bu.
Bir çocuğun anne babaya şiddet girişimi, çevreye karşı
agresif davranışlar sergilemesi de öyle sadece ergenliğe indirgenebilecek bir
şey değildir. Ortada çoğu zaman bir psikiyatrik hastalık vardır bazen de
edepsizlik, şımarıklık olabilir. En son düşünmemiz gereken şey ergenlik olmalı.
Diğer pencerelerden perspektiflerden bakmakta fayda var.
Belki bir ergenlik çağında değil ama daha büyükçe genç bir kız
ya da kadın hastada her iki ifadeyi de kullanabiliriz. Yurtdışında yaşayan bir
hasta 2 yıl önce bana getirildiğinde 19-20 yaşlarında bir genç kız uyuşturucu
kullanıyor, çok sayıda erkekle beraber oluyor, kontrolsüz bir yaşantısı var.
Aile ağlıyor sızlıyor vs. dikkatle incelediğimizde çocuğun bipolar bozukluk
olabileceği kanaatine vardık. Ona göre tedavilerini düzenledik. Aylık
enjeksiyonlarla tedavi ettik bir süre, şimdi ağızdan ilaçlarla gidiyor gayet
iyi gidiyor. Geçen 2 yıl sonra kalktı geldi yurtdışından gördüm gayet iyiydi,
her şey yoluna oturmuştu. Ailesi çok dua ediyordu. Kendisi de ailesiyle
birlikte ailenin bir işletmesinde çalışıyordu ve her şey yoluna girmişti.
Dolayısıyla bu çocuğun o an yaşadığına ergenlik krizi, sersemlik, şımarıklık
vs. demek çok yanlış olabilirdi. Doğru tedavi ve onların düzgün sürdürmüş
olması nedeniyle yani bu 2 yıl müddetle bir psikiyatriste gitmemişler belki
burası yanlış ama bir biçimde tedavileri almaya devam etmişler. 2 yıl sonra
geldiklerinde her şey yerli yerinde duruyordu. Bu da şükredilecek bir konu. Dolayısıyla
nedir?
“Ergenlik” diye örtmek yerine öncelikle bir psikiyatriste
gidip ne olup bittiğini bir uzman gözüyle değerlendirtmek gerekir.
4) Ben sürekli kötü
bir şeyler olacak hissi taşıyorum. Bu düşünceler aklıma gelince kalbim
çıkacakmışçasına taşikardi oluyorum. Her duyduğum kötü olayı günlerce düşünüyor
aynısı bana da olacakmış gibi geliyor. Doktora gittim bunları anlatmadım çok
derine girmedim ‘’kaygı bozukluğu teşhisi’’ dedi, ilâç verdi. Pek kullanmadım
‘’bağımlılık yapar’’ diye endişe ettim. Bu arada herkesi azarlamak terslemek
hatta haykırmak istiyorum. Şimdi çalışan tüm memurları yandaş görüyor öfke
doluyorum. Arada bir kendimi tutamayıp tartıştığım insanlar oluyor sonra bunu
da kafama takıyorum çarpıntı geliyor, KHK’lı bir hemşireyim.
Geçmiş olsun, hem travmatik olaylar yaşamış KHK gibi ama
diğer taraftan da çok bariz bir kaygı bozukluğu olduğu anlaşılıyor. Çarpıntısı oluyor,
“kötü olaylar kendi başına gelecek” diye endişe ediyor, doktora gidiyor ama
ilaçlarını kullanmıyor “bağımlılık yapacak” diye dolayısıyla çok tipik bir
kaygı bozukluğu öyküsü.
Kaygı hastaları bir çok şeye kaygılanır, tedavi olarak
verdiğiniz ilaçlardan da kaygılanır ve onları da kullanmazlar. Bu maalesef çok
yaygın bir kaderdir. Bizim tedavimizi en çok terk eden hasta grubu öyle akıl
hastaları vs. falan değildir çok önemli bir kısmı kaygı hastalarıdır. Bizzat
ilaçlardan korktukları için tedavilerini sürdüremezler. En çok sorunları maalesef
bu grupla yaşarız.
Burada bu hemşire hanımın da kaygı bozukluğu olduğu çok
açık, uzaktan tanı koyacak değiliz ama ona önerimiz mutlaka bir psikiyatriste
gitsin. Online hizmet veren bir psikiyatrist de olabilir. Biz de olabiliriz
başkası da olabilir. Mutlaka doğrudan psikiyatrik tedavi almayı denesin. Yoksa
bu “bağımlılık yapar” düşüncesiyle ilaç kullanmamak başına büyük bir bela açar.
Bu tedavileri sürdürmediği için hayatı boyunca kaygı içerisinde tabir uygunsa
yuvarlanıp durur. Dolayısıyla ona tedavi olmayı öneriyorum. KHK’lı olmak vs.
buna mani değil. Herkes tedavisini olacak. KHK’lıysak ve kalp hastasıysak gidip
kalbimizi anjiyo yaptırıyoruz değil mi? Yaptırmıyor değiliz ya “Ben aslında KHK’lıyım
o yüzden kalp hastası oldum.” filan demiyoruz. Burada da kaygı bozukluğu var ve
tedavisi yapılacak.
5) Geçmişte iyi
ilişkilerimiz olan akraba ve komşularımızın bize soğuk davranmasının kat be kat
fazlası onlara karşı bizde oluştu. Bu bir tedavi gerektirir mi? Anlaşılmadığını
hissetmek kötü bir durum.
Evet, bu önemli bir şey. Türkiye’de yaşanılan travmatik
hadiseler 15 Temmuz sonrası hükümetin bunu özel bir fırsat gibi değerlendirip
milyonlarca insanın hayat şartlarının değişmesine, kökten bozulmasına neden
olabilecek şekilde adeta bir topluluğun kırılması, yok edilmesine doğru bir
girişim gibi davranışları, onları işsizliğe mahkûm etmesi, onların ellerindeki
mallara el konulması, tarihte görülmediği kadar, onların bir kısmının
yurtdışına kaçmak zorunda kalması uzatabiliriz listeyi toplumdışı ilan edilmeleri,
ölen insanların üstelikte işkence görmüş insanların hain mezarlığına gömülmeye
kalkışılmış olması böylesine kötü, faşizan, antidemokratik, baskıcı muamelelere
maruz kalan insanlarda doğal olarak öfke uyandırıyor. Maalesef toplum da bir
ayrışmaya girerek bu insanlara karşı tıpkı yöneticilerin gösterdiği gibi bir
öfke ve ayrıştırmacı tutumla davranabiliyorlar.
İnsanların çoğu akrabalarına suçsuz olduklarını anlatmakta
güçlük çektiler. Sevgili izleyicimiz de şimdi “Biz o akrabalarımıza karşı onların
bize duyduğu soğukluktan çok daha fazla bir soğukluk hissediyoruz.” diyor. Evet,
maalesef bu toplumun yüklendiği maliyetlerden birisi bu. Nasıl geçer? Zaman
içerisinde nasıl çözülür? Bunu söylemek çok kolay değil ama tüm yaralar eninde
sonunda iyileşir.
II. Dünya Savaşı’nda da Yahudilere karşı büyük bir mezalim
yapılmıştı ve insanlar fırınlarda yakılmıştı. İnsanlar sabun yapılmıştı,
yollarda ölmüştü. 1915’te Türkiye’de tehcir edilen Ermeniler benzer şekilde
milyonlarcası yollarda telef oldu, öldü. Hiç şüphesiz Ermeniler Türk
komşularına veya onları bu duruma duçar eden İttihat ve Terakki yöneticilerine,
Osmanlı yöneticilerine çok ağır öfke duydular ve buğz ettiler. Bunlara
katlanmak çok kolay değildi. Şüphesiz toplumunda bir kısmı Ermenilerin
kendilerine göre yaptığına karşı öfke duymuşlardı. Şimdi artık yüzyıldan fazla
zaman geçti o kuşaklar zaten yaşamıyorlar ve bunlara karşı bir biçimde
karşılıklı çözüm, yaklaşma ve insani bir etkileşim gerekiyor.
Benzeri 15 Temmuz sonrasında Türkiye’de olan olaylar için
geçerli. Kimse ağır zalimleri, zulümlere uğramış kimseleri affedecek değildir
elbette. Ben kendi adıma affetmem. Hukuk önünde hesap vermelerini beklerim,
kanıtlarımı kenarda tutarım. Zaman gelince tabir uygunsa sürünmeleri için elimden
geleni yaparım insani olarak.
Diğer taraftan da bana karşı yapılan en ağır, en alçakça, en
adice, insanlık tarihinin en kabul edilmeyecek muamelelerini yapmış kişileri
bile nihayetinde onların da birer insan olduğunu biliyorum. Dolayısıyla o insanlığın
gerektirdiği çizgiyi de nihayetinde bozmamak gerekir. Tabii ki onlar için
adalet isteyeceğiz, onlara karşı öfkemiz dinmiş değil tümüyle fakat şu an bu
zamanlarda anlaşılmıyor olmak insana bir miktar duygusal yük getiriyor. Uzun
vadede bunların hukuk önünde çözümünün üretileceği veya toplum önünde işlerin
tersine döneceği düşüncesi bu acılara da tahammül etmeyi mümkün kılıyor. Konu
artık sadece acılara tahammül etmek değil topluma, hayata, günün akışına adapte
olmak. Eğer sürekli bu soğukluk içerisinde yaşayacaksak bu her şeyden evvel kendimiz
için de büyük bir ıstırap olacaktır. Dolayısıyla her birimizin kendi ruhsal
durumunu, yaşamını garanti altına alacak şekilde zihinsel olarak bu yaslarla,
kötü durumlarla, öfke ve kinlerle bir biçimde mücadele etmesi gerekiyor. Ben de
bir psikiyatrist olarak bununla ilgili hem yardım alıyorum hem de kendime göre
tedaviler kullanıyorum.
Dolayısıyla bu hani sonsuza dek sürecek bir acı ve ateş
değil. Böyle yaşayamayız. “Anlaşılmadığını hissetmek kötü bir durum” cümlesinden
hareketle anlaşılabileceğiniz ortamlarda bulunmanızı öneririm. Ben de bir KHK’lıyım
ve mesela KHK platformlarında benzer durumda arkadaşlarla sohbet ediyoruz, bir
araya geliyoruz, bu konularla nasıl baş edeceğimiz konusunda çare araştırıyoruz
ve birlikte mücadele için çaba sarf ediyoruz.
Hayatı da sadece KHK ve KHK’lılardan ibaret görmemek lazım.
Hayatın kendi akışı var. O akışa katılmak ve bütünlüğü içerisinde bir miktar
yok olmak da lazım. Yani KHK’lılığı ya da mağdurluğu sabit bir kimlik haline de
getirmemek gerekiyor bunun içinde öfke duyduğumuz komşularımız akrabalarımız
olsa bile. Bir kısmına mesafeli durup, bir kısmının da imkân varsa
affedilebilecek durumdalarsa affedilmesi yahut onlara karşı nısbi bir esneklik
gösterilmesi için çaba sarf etmek sadece onlar için değil bizim sağlığımız
açısından da önemli olabilir.
Bu metin,
Prof. Dr. Haluk Savaş’ın Ahval haber sitesi ve kendi Youtube kanalında
yayınlanan ‘’Bir Tatlı Huzur Prof. Dr. Haluk Savaş’la Soru-Cevap Psikiyatri’’
programının yazılı halidir.