1) ’’Hipnoz tedavisi
ile sigarayı %100 bıraktıracağını’’ ifade eden sağlık merkezlerine rastlıyoruz.
Bu mümkün mü acaba?
Tabii bunlar abartılı ifadeler. Sigara bıraktırmayla ilgili gelişmiş
ilaçlardan en iddialısı vareniklindir. Vareklinin de 3 ay kullanımı öneriliyor.
6 aylık kullanımında bile rakamları %46’lar civarında. Dolayısıyla birileri
size tıpta %100 bir şeyler yaptığını iddia ediyorsa düşünmeniz gereken ilk şey
onun yalan söylediğidir öncelikle bunu söyleyeyim.
Bunun dışında yine %100 düzelteceğini iddia ediyorsa
birileri tıpta böyle hiçbir garanti yoktur. Hiç şüphesiz belli oranlar vardır
ama %100 pek tabip ağzı, pek hekim ağzı, pek iyileştirici insan ağzı değildir.
Bu %100’lerden kaçınmanızı öneririm.
Sigara tedavisinin bilinen yolları var. Nikotin sakızları ve
nikotin bantları, antidepresanlarla sigara bırakmalar, bir kısım antidepresan
olup sigara bıraktıran ilaçlar mesela bupropiyon içerenler ve vareniklin gibi
ilaçlar sigara bıraktırma için tıpta kullanılıyor.
Hipnoz, hiç şüphesiz sigara bıraktırmada kullanılabilecek
tekniklerden birisi. Bunun dışında doktor falancanın tekniğine göre yazan
kitaplar olabilir. Bunların hepsi kendine göre katkı sağlayabilir ama %100 lafı
iddialı ve gerçek dışı gözüküyor.
Hipnozunda kendisi etkili olabilir ama hipnozu da makul, bu
işi düzgün yapan psikiyatristler eliyle yaptırmanızı öneririm. Tıp ehli
dışındaki insanların yaptığı hipnozlarda çok şüpheli sağlığınıza zarar verme
riski taşıyabilir.
2) Psikiyatrik tedavi
yalnızca ilaçlarla mı olur? Terapi ve ilaç tedavisinin etkinlik oranı birbirine
kıyasla nasıldır?
Psikiyatrik tedaviler hiç şüphesiz sadece ilaçla olmaz ama
ilaçlar psikiyatrik tedavi için çok merkezi bir role sahiptir. Bununla birlikte
psikoterapiler de günlük psikiyatri uygulamamız açısından çok ciddi katkılar
sağlayan tedavilerdir.
Söz gelimi depresyon tedavisi göz konusu olduğunda bilişsel
davranışçı psikoterapi ve kişilerarası ilişkiler psikoterapisi çok önemli
tedavilerdir. Dün itibariyle gelen bir hastamı söyleyeyim ilaçla tedaviye
başlamışız yaklaşık 1 yıl önce ve 2 seans görüştükten sonra tedaviye
kişilerarası ilişkiler psikoterapisi eklemeye karar vermişiz ve 4 seans
kişilerarası ilişkiler psikoterapisi yaptıktan sonra depresyonda mükemmel bir
netice temin edilmiş. İlaçların da katkısı vardı ama son 2 aydır hasta ilaçları
bırakmış tamamen kişilerarası ilişkiler psikoterapisinin de tesiriyle tedaviyi
de kesecek kadar iyileştiğini gördük. Dün itibariyle kararlaştırma dediğimiz
tedavi safhasına geçtik. Yani ani bir sorun ortaya çıkmadıkça, ciddi bir
şekilde depresyon tetiklenmedikçe o hastayla yeniden görüşmeyeceğiz. Kendisi
arzu ederse yeniden acil durumlar vs. durumunda bizimle görüşme planlayacak.
Oysa çok ağır bir depresyonu vardı ve tedaviye asla inanmıyordu.
İlaçların ve psikoterapinin kendisini iyi edeceğini düşünmüyordu. Önce ilaçla
başlayan ve iyi gitmekte olan süreci daha sonra psikoterapiyle sürdürdük ve
ilacı da kestiği halde son 2 aydır hasta gayet iyi seyretti. Nitekim dün
itibariyle de psikoterapisini sona erdirmiş olduk.
İnsan biyopsikososyal, kültürel, manevi bir bağlamda yaşayan
ve var olan bir bireydir, canlıdır. Dolayısıyla tedavinin unsurları da bunu
içerir. Yani biyolojik olarak vücuduna etki eden ilaçlar ve diğer biyolojik
yöntemler TMS cihazı gibi elektrokonvülsif tedavi gibi yani uyku/uyanıklık
düzeninin düzenlenmesi gibi, spor gibi, yer yer gıdalar gibi düzenlemelerle bu
biyolojik sisteme müdahaleler ederiz.
Bunun yanında tablonun gerektirdiği psikoterapi tekniklerini
de uygulayabiliriz. Mesela kaygı bozukluklarında daha çok bilişsel davranışçı teknikleri uygularız. Mesela obsesif kompulsif
bozuklukta da böyledir. Diyelim kişi temizlik takıntıları nedeniyle belli
yerlere dokunamamaktadır, belli işleri yapamamaktadır veya çok vakit harcamaktadır.
Üzerine gitme tedavisiyle bilişsel davranışçı tekniklerle bunlarla baş etmek
mümkün olur.
Bunun yanında kişinin mesela annesinin vefatından sonra
ortaya çıkan ağır bir depresyonunun yıllar içerisinde devam ettiğini görürüz.
Buna kişilerarası ilişkiler
psikoterapisinin yas yaklaşımıyla yaklaştığımızda o yasın çözümlemesi,
tedavisi yapıldığında hastanın depresyonunu da yenmiş oluruz.
Mesela o dün tedavisini sonlandırdığımız hastanın onun için
annesi kadar önemli olan babaannesinin ölümü ve ona karşı duyduğu derin
bağlılık ve o ölümden kaynaklanan yas reaksiyonu tedavi için çok önemli
unsurlardan birisiydi ve biz onu kişilerarası ilişkiler psikoterapisinin çok
önemli bir problem alanı olarak gördüğümüz yası tedavi ettiğimizde hastanın da
depresyonu çok ciddi oranda yükselmişti.
Yine gündelik yaşamdaki çatışmalar yani eşimizle, iş
yerimizdeki meslektaşlarımızla, rol değişimleri yani görevimizdeki değişiklikler
mesela KHK’lar yoluyla Türkiye’de 140 bin insanın bir anda işsiz kalması ve 515
bin insanın bir anda pasaportsuz kalması, bir çok sivilin bu anlamda terörist
vs. olarak etiketlenmesi hayatımızdaki ciddi rol değişimlerinden ve belki de
yas reaksiyonlarından birisidir. Buralara da kişilerarası terapinin
müdahalesiyle müdahale ettiğimizde ciddi olumlu sonuçlar almak mümkün
olmaktadır.
Bu çerçevede tekrar söylüyorum psikiyatrik tedavi sadece
ilaçlarla olmaz, yanında psikoterapilerin de gerektiği çoğu zaman olur.
Sorununun ikinci kısmı terapi ve ilaç tedavisinin etkinlik
oranı birbirine kıyaslama yapan, diğer psikoterapileri birbiriyle kıyaslayan
veya diğer biyolojik tedavileri birbiriyle karşılaştıran çok sayıda çalışma yok
ama yapılan çalışmalar mesela hafif düzeydeki depresyonu ilaçla tedavi etmekle
psikoterapiyle tedavi etmek arasında fark olmadığını gösteriyor.
Orta ve ağır şiddetli depresyonlara geçtiğimizde psikoterapi
daha geriye düşüyor, ilaç önem kazanıyor. Hatta şiddetli depresyonlarda
psikoterapinin uygulanmasının bir faydasının olmayacağı yönünde de görüşler
var.
3) Hastanın hipomani
dönemi çevredekiler tarafından mutlaka fark edilir mi? Çevrenin fark etmediği
bir hipomanik dönem olabilir mi?
Evet olabilir. Hipomani genellikle bir miktar neşelilikle,
canlılıkla seyrettiği için bunu çevre çok bariz bir hale gelmedikçe bir
hastalık dönemi gibi algılamayıp yani işte bugünlerde falanca çok hareketli,
canlı, enerjik, üretken şeklinde de algılayabilir.
Ancak daha önce benzeri ataklar geçirmişse ve bunlar aile
tarafından hastalık olduğu doktorların verdiği bilgilerle ortaya çıkmışsa çevre
bu konuda daha duyarlı olabilir.
Aksi takdirde bilakis bir miktar üretkenliği artmış gibi
gözüküp bunun çok sağlıklı bir dönem olduğu gibi bir izlenimle hareket edebilir
insanlar. Tabii bu da hasta ve çevresi için sağlıksız sonuçlar doğmasına neden
olabilir. Mesela çok para harcama nedeniyle büyük kayıplara neden olabilir.
Mesela olmadık kişilere ilanı aşk edebilir devamında istemediği ilişkilerle hayatını
sürdürmek zorunda kalabilir. Mesela evliyken evlilik dışı ilişkilere girebilir.
Mesela belli bir işi varken o işin sınırlarını aşan başka işler içine girebilir
ve iflas edebilir. Böyle uzatabiliriz listeyi tüm bunlar hipomani tanımımız
açısından önemli konulardır.
Dolayısıyla bipolar bozukluğu olan hastaların aileleri
mutlaka hipomani ve diğer psikiyatrik görünümler konusunda yeterli bilgilenmeye
sahip olmalılar. Bu konuyla ilgili ayrıntılı bilgiye sahip olmak isteyenler web
sitemizde ‘’Hastalıklar’’ başlığına
bakabilirler. Bipolar bozukluk hastalarımızla yaptığımız görüşme notlarını da
okuyabilir. Orada hastaların ne tür davranışlar sergileyebildiği bizzat somut
örneklerle de geçiyor.
4) ’’Antideprasanlar
intiharı tetikler.’’ düşüncesi hurafe mi?
Evet, tek kelimeyle cevap verecek olursak evet hurafe.
İkinci soru şöyle gelebilir o zaman ki geliyor da çoğu zaman; “İyi de o zaman
neden antidepresanların prospektüslerinde “Dikkat intiharı tetikleyebilir!
İntihar düşüncesine yol açabilir!” vs. gibi uyarılar var. Niye?”
Evet, bu uyarılar var. Mesela antidepresanlardan birisi için
özellikle ergenlerde intiharı tetikleyebileceğine ilişkin prospektüste bir
uyarı geçiyor ama literatürü taradığımızda bir kişide intihar düşüncesi görülme
riski bir ergende %2 o X ilacı kullanıldığında bunun arttığını görüyoruz. Bu
risk o zaman %4’e çıkıyor. Yani intihar düşüncesini iki katına çıkaran bir şey
ama %96 halâ bir değişim yok ve intihar düşüncesinin intihara yol açıp açmadığı
araştırılmış. Herhangi bir biçimde intihara yol açmadığı da gösterilmiş. Sadece
düşünce düzeyinde kaldığı gözüküyor.
Yani antidepresanlar intiharı tetikler düşüncesi veya fikri
tam bir şehir efsanesidir. Tamamen uydurmadır ve aksine bir çok insanın
depresyondan tedavi edilmedikleri için intihar ettiklerini biliyoruz. Bizzat
kendi çalışmamız var. Dr. Gıyasettin Ekici’nin tezidir aynı zamanda beraberce
onu akademik yayın haline de çevirdik Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları
Hastanesi’nde 1997 yılında yapılan bir çalışmada çok açık bir biçimde intihar
etmiş kişilerin, intihar etmemiş diğer hastalara oranla hangi açılardan
farklılık arz ettiğini yayınladık. Yaptığımız, ulaştığımız sonuçlar aslında
yeterli antidepresan tedavileri görmeyen hastaların intihar ederek öldükleri
yönündeydi. Çok anlamlı sonuçlara ulaştık İstanbul’da ve bizzat polis
kayıtlarını da inceleyerek. Yani hastanede yatmış intihar etmiş veya etmemiş
insanlar arasındaki farkı araştırdığımızda intihar etmiş, ölmüş grubun yetersiz
dozda antidepresan kullandığı veya antidepresan kullanmadıkları benzer şekilde
olup da intihar etmemiş hastaların ise düzgün, sağlam, doğru dozlarda
antidepresan kullandıklarını gördük.
Dolayısıyla bu düşünce tam bir hurafedir, yarım yamalak
değil tam bir hurafedir ve maalesef Canan Karatay gibi kendi sahası dışında
görüş beyan etmekten hiç çekinmeyen kişiler, kendisi kardiyoloji ve dâhiliye
uzmanı bir taraftan diyetisyen gibi davranıyor olabilir. Saygı duyarım bir şey
demiyorum. İnsanların diyetlerine katkıda da bulunmuş olabilir ama hiç olmazsa
psikiyatrik alana burnunu sokup binlerce insanın ölümüne yol açabilecek şekilde
insanları itham etmese.
5) Aşırı şüphecilik
psikiyatrik hastalık belirtisi midir?
Buna da hiç şüphesiz şeklinde cevap vereyim. İnsanlar
zorlanmalı şartlarda şüphe ederler. Mesela diyelim bir göçmen bulunduğu yeni
bir ülkede çok fazla şüphelenebilir. Çünkü canının, malının, çocuklarının emniyetinin
tehdit altında olduğunu hissedip çevreye karşı daha dikkatli davranmak zorunda
hissedebilir. Bu bir yere kadar anlamlıdır.
Ne bileyim insan yeni evlendiğinde kadın erkeği, erkek
kadını yeteri kadar tartmadığında, tanımadığında sadakatinden bir düzeyde
şüpheci davranıp, kontrolcü davranabilir.
Mesela yeni 2 ortak birbirleriyle çalışırken ortaklığa
yeterince sadık olmadığı konusunda daha dikkatli olmaya çalışabilirler.
Fakat her konuda aşırı şüphelenme, her bulunduğumuz yerde
kameralar tarafından takip edildiğimizi, sürekli sesimizin kaydedildiğini,
birilerinin sürekli bize kumpas kurduğunu, birilerinin sürekli bizi fişlediğini
düşünmek, aşırı şüpheciliğin çoğu zaman ya paranoid kişilik özelliği ya da bir
psikiyatrik hastalığın yani hezeyanlı bozukluk, paranoya dediğimiz ya da diğer
psikozların şizofreni gibi hastalıkların etkisinde olduklarını veya hasta
olabileceklerini düşündürtmeli.
Yine esrar kullanımının da insanda şüpheciliğe yol açtığı
biliniyor. Alkol kullanımı da özellikle eşlerin sadakati hususunda alkoliklerin
daha handikaplı olduğunu ve daha çok boş şüpheler ürettiklerini biliyoruz.
Sonuç olarak aşırı şüphecilik bir psikiyatrik hastalık
belirtisi olabilir. Mutlaka bir klinik dikkatle hastanın hayatında başka
şeylerin aksayıp aksamadığı da değerlendirilmelidir. Eğer aksıyorsa hastalık
diye düşünülüp tedaviye gidilmelidir.
Bu metin,
Prof. Dr. Haluk Savaş’ın Ahval haber sitesi ve kendi Youtube kanalında
yayınlanan ‘’Bir Tatlı Huzur Prof. Dr. Haluk Savaş’la Soru-Cevap Psikiyatri’’
programının yazılı halidir.