1) Annemin çocukluğundan beri ciddi derecede rahatsızlıkları var. Bu zamana kadar hiçbir tedaviyi kabul etmediği için ara ara ilaç alsa da kullandırtamadık. Tüm rahatsızlıklarını uzatmadan bir çırpıda paylaşmak istiyorum. Annem sürekli yalan söylüyor. Yani bazen doğrusunu bilemiyoruz, sürekli şiddet uyguluyor. Hiç durmadan konuşuyor ve konuşurken sürekli küfürler ederek konuşuyor. Aşırı pis, sürekli rüya ile yaşıyor ve Allah’ı dahi gördüğünü söylüyor. Duvarda bir leke olsa, el izi olsa ya da bir çizik ona bizim ‘’büyü yaptığımızı, cinlerimizin olduğunu’’ söylüyor. Bir de ışığa odaklanıp bir şeyler görmeye çalışıyor gözlerini kısıp, babamın onu aldattığını düşünüyor. Gece uyurken babamın ona vurduğunu söylüyor (böyle bir şey kesinlikle yok). Gece bağırıp babama vuruyor, her fırsatta kriz geçiriyor üstüne gidince şiddet uyguluyor. Kendini öldürme tehditleri, yere yatıp ölüyormuş numaraları ve 13. kattan bir şeyler atma tarzı eylemlere giriyor. Kendini çok üst düzey, zengin biri ve de kutsal biri sanıyor. Bu yüzden çevresi yok çünkü sürekli övünüyor, dinlemeyi bilmiyor. Bizleri sürekli kullanıyor iş bitiminde eski kötü karakterine bürünüyor ama işi yapılıncaya kadar ılımlı davranıyor. Çok özür dileyerek bu kısmını paylaşmak istiyorum çünkü fiziki sıkıntısı yok ameliyat oldu, tedavilerini oldu fakat sürekli altına kaçırıyor ve artık psikolojik olabileceği kanaatine vardık. Beni çok kıskanıyor, benimle yarışıyor ve daha onlarca sorunu var vaktinizden çaldım yeterince. Hikâyesi ise; küçükken babasından çok şiddet görmüş, babası ve en sevdiği abisi traktörün altında kalarak vefat etmiş, 15 yaşında zorla evlilik, küçük yaşta anne olmuş, babam askerdeyken kayınvalide baskısı ve şiddeti. Tüm huyları ayni anneannem (vefat etti). 13 aydır aripiprazol 5 mg, 15 mg ilacını ara ara kullandı sürekli içiremiyoruz şimdi 20 mg verdi doktoru ama görmeden yazıyor çünkü annemi götüremedik ve 20 mg içince krizleri arttı artık dayanamıyoruz bir de bayramda çocukluğunu geçirdiği köyüne gidip geldi arttı resmen hastalığı. Ben 2 ve 5 yaşında 2 çocuğumla ayni evde annemle yaşamak zorundayım. Eşim ihraç edildi ve 13 aydır tutuklu ve gidebileceğim evim yok elimiz kolumuz bağlandı. Nasıl tedavi ettirebiliriz bir de size danışmak istedim. Bize bir yol yöntem gösterebilecek tek kişi olduğunuza inanıyorum.
Çok sayıda psikiyatrik hastada ortaya çıkan sorunlardan birisi de budur; ilaç kullandırtamamak. Öncelikle burada anlatılan bir tablonun psikotik yani bir akıl hastalığı belirti kümesi içerdiği çok açık gözüküyor. Tabii tanı koymak çok doğru değil bu verilerle ama bize hemen manik depresif hastalığın özellikle manik fazını çağrıştıran aşırı hareketlilik, öfke, canlılık, buyurganlık, başka insanlara hükmetmeye çalışma, kendisinin Allah’la konuştuğunu düşünme, kendisini aşırı önemseme gibi düşünce ve davranışları burada görüyoruz. Yani bipolar bozukluk kronik bir hastalıktır. Yıllarca sürebilir doğru müdahale edilmediğinde veya başka bir akıl hastalığı, şizofrenide de buradaki belirtilere benzer belirti kümelerini görmek mümkün ama her halükarda bu hastanın iç görüsünün olmadığı yani kendisinin hasta olduğu bilgisine sahip olmadığı, bunu kabullenmediği anlaşılıyor. İlaç kullanmıyor olmak da bunun tipik uzantılarından birisidir. İç görüsü olmayan hastaların yani akıl hastalarının tedavilerini düzgün kullanmasını beklemek de çok güç tabii ki. Bu tür hastalar için önemli gelişmeler var. Özellikle uzun etkili antipsikotik ilaçlar var aylık veya 3 aylık etkili. Mesela bu hastanın her gün ilaç alması gerekmeyebilir, uygun bir hekime ulaştığında bu enjeksiyonlardan birisi yapılabilir. Böylece tedavi önemli oranda hattına oturabilir. Bu çerçevede olup tedavi ettiğimiz ve düzelen çok sayıda hastamız var hatta bugün böyle bir mesaj geldi. Soru listesinde de karşılaşacağız. Bir sonraki soru hemen ona geçeyim o zaman orada uzun etkili antipsikotiklerin nasıl etki ettiğine ilişkin soru değil bir cevap aslında tam da bu hastanın üzerine gelmiş. ‘’Tam yeri!’’ diyelim. Ben bu hastanın yakınına; en yakınlarındaki bir psikiyatriste bu bizim elimizdeki bilgilerle bile müracaat edebileceğini söyleyebilirim en kötü ihtimalle. Ona göre tedavi yeniden düzenlenebilir. Eğer hasta oralara ulaşamıyorsa bizim gibi online hizmet veren psikiyatristler olabilir. Onları internet üzerinden görüntülü görüşmeyle hasta veya yakınlarıyla ayrıntılı bir görüşmeye davet edebilirsiniz. O görüşme sonrasında hekimde oluşacak kanaatle hastayı da görebilirse o görüşme sırasında çok daha iyi olacaktır. Hastaya ilaç önermesi, bunların kullandırtılması çok şeyi değiştirir söylediğim aylık enjeksiyonlar da bu çerçevede çok işe yarayabilir.
2) Abime şizofreni
teşhisi koyuldu 20 yıl önce. Şimdi 50 yaşında, iki yıldır koldan ayda bir iğne
yapıyorlar sanki bir mucize oldu ve tüm diğer ilaçları bıraktı çok iyi. O da
eskiden Allah’ın çocuğu olduğuna inanıyordu uçan bir trenin onu gelip almasını
bekliyordu çatıda.
Biraz evvelki hastaya ne kadar benzediğini vurgulamak isterim. Hani Allah’ın oğlu olma meselesi büyüklük hezeyanları ne kadar da değişmiş hasta bakın 20 yıllık hasta şimdi; ‘’2 yıldır adeta mucize oldu!’’ diyor. Bizim çok sayıda böyle hastamız var ama bunlardan birisi mesela 3 kardeş hastadır. 7 yıldır artık hiç rahatsızlanmayan ve o sırada hastalığı nedeniyle de malulen emekli olan kardeş, bir ağabey bir de kardeşini bize tedavi ettiriyor. 3 kardeşler; en eskisi olan aramızda en eski gidip gelen hasta 7 yıldır hiç hastalanmıyor. O da gayet iyi ve ayda bir enjeksiyonlarla gidiyor. Diğerlerinin tedavisiyle ilgileniyor şu an dolayısıyla gerçekten tıbbın ve psikiyatrinin kat ettiği önemli mesafeler var. Bu mesafelerden istifade etmek lazım. Her 2 soruyu da yollayan hasta yakınlarına çok teşekkür ediyorum. Birinin sorusunu da diğeri cevaplamış oluyor aslında.
3) Eşime obsesif
kompulsif bozukluk ve hipokondria teşhisi kondu ama ilaç almayı reddediyor. ‘’Ben
hasta değilim!’’ deyip kendinde varsaydığı hastalıklara odaklanmamızı istiyor.
Bu konuda ne önerebilirsiniz?
Obsesif kompulsif bozukluk takıntı bozukluğudur. Hipokondria
ise ‘’hastalık hastası’’ diyebileceğimiz bir tablo. İlaç almayı reddettiğine
göre burada da demek ki iç görü biraz az kişi hasta olduğunun çok farkında
değil. Yani bu kişi psikiyatrik bir hastalık değil de vücudunda başka başka
hastalıklar olduğunu düşünüyor. Psikiyatrik hastalıkların değil o varsaydığı
hastalıkların tedavisi yoluna gidilmesini istiyor. Hani böyle olup yıllardır
doktor doktor dolaşan bir çok kişi vardır. Tabii bir çok tetkikler yaptırır,
tahliller yaptırır netice almaya çalışır ve maalesef alınamaz. Çünkü esas
mesele hastalık hastalığıdır ve o kişinin gerçekte başka hiçbir hastalığı
yoktur ama bu psikiyatrik bir hastalıktır ve bunun tedavisi gerekmektedir.
Tedavide öncelikle iyi ve anlayışlı bir psikiyatristin bulunması lazım.
Sonrasında psikiyatristin bu hastalık hastalığını sürekli doktorun hastayla
tartışmaması onun yerine hastanın psikolojik açıdan rahatlamasını sağlayacak
şekilde uygun psikiyatrik ilaçları ve psikoterapi yaklaşımlarını kullanması
gerekir. Bunların hiçbirinde hastayla ‘’Aslında sen hasta değilsin!’’ gibi bir
tartışmaya girmemek gerekir. Bunu hasta yakınlarına da tavsiye ederim en genel
anlamda yani hastalarımızın özellikle iç görüsü düşükse yani bir akıl hastalığı
düzeyinde saçma düşüncelere sahiplerse veya tam saçma değilse bile saçmalığa
yakın bir takıntılı düşüncelere sahiplerse artık bu takıntılarını onlarla
tartışmak yerine mantıklı bir orta yol bulup o orta yol içerisinde hem
psikiyatrik ilaçları hem de psikoterapiyi düzgün başarmaya çalışmak lazım. Bunu
yaptığımızda hasta bir süre sonra düzelip kendi tuhaf düşüncelerini de anlayabilir
hale gelir. O zaman geçmişe doğru dönük olarak bir muhasebe yapabilir. ‘’Ya
galiba ben saçmalamışım, yanlış fikirlerim varmış. Şimdi öyle değil!’’
diyebilir ama hastalık aktifken bunları hastayla didişmek, tartışmak, inkâr
etmek, onu ikna etmeye çalışmak çok bir anlam taşımaz. Onun yerine bir
psikiyatristle görüştürüp doğru ilaçlara ulaşmasını sağlayıp, onları kullanmaya
devam ettirmek lazım. Gerektiğinde burada da eğer psikotik düzeydeyse hasta bu
uzun etkili antipsikotikler yani enjeksiyonlar kullanılabilir, işe yarayabilir
önereceklerim bunlar.
4) Bioenerji ile
ilgili yaklaşımınız nedir? Bioenerji alan bir kişinin yaşam düzeyi, eğitim
seviyesi, din bilgisinin bu yönelimde payı var mıdır?
Öncelikle bioenerji konusu Ortodoks tıbbın yani klasik
tıbbın çok kabul ettiği ve üzerinde yürüdüğü bir ana yol değil. Dolayısıyla biz
Ortodoks tıp eğitimi alanlar yani klasik tıp eğitimi alanlar için bioenerji
konusu uzak bir başlık ve gerçekte ne kadar faydalı olduğu olmadığı konusu en
azından bizim kullandığımız araştırma yöntemlerinde çok fazla ortaya konmuş
durumda değil. Dolayısıyla bizim geleneksel olarak yetişme biçimimiz bioenerji
gibi alternatif gözüken tedavi yaklaşımlarına karşı mesafeli ve güvensizdir.
Ben bu anlamda ayrıntılı bilgiye sahip değilim bioenerji konusunda ama kendim
de bir kanser hastasıyım ve doğal olarak tüm zor şartlarda yaşayan hastalar
kendilerine göre alternatif sayılabilecek, tedavilerine katkı sağlayabilecek
diğer tedavi yaklaşımlarından istifade etmeye çalışırlar. Ben doğrudan
bioenerji yaklaşımından istifade etmedim öyle ayrıntılı bir araştırmaya da
girmedim ama tavsiye edenler oldu. Şu ana kadar ikna edici düzeyde kanıtla
karşılaşmadığımı söyleyebilirim ama belki yarın karşılaşır ve uygulayabilirim.
Psikiyatride bioenerjinin işe yaradığına ilişkin bariz kanıtları en azından ben
bilmiyorum ancak şunu biliyoruz; psikiyatrik hastalar ve diğer branşın
hastaları esasen ‘’plasebo etkisi’’ denilen yani %40’lara kadar etki
gösterebilen yani toplumun %40’ında etki gösterebilen tedavi yanıtı
alınabilmesine neden olan bir dizi klasik tıp dışı yaklaşımlardan da istifade
edebilirler. İlaçların bile bu anlamda bir dize plasebo etkisi vardır. Yani
bizim onların ilaç olduğuna inanıyor olmamız sebebiyle ortaya çıkan etkiler
hani bu anlamda vatandaş arasında da söylenen su bile içerse eğer, tuz bile
içirseler eğer, şeker bile içirseler eğer biz onu ilaç olarak bildiğimizde o
klinik tablo çok ağır bir şey değilse %40’lara kadar tesir gösteriyor. Yani
toplumun %40’ında tedavi yanıtı alınmasına neden oluyor. Depresyon gibi kaygı
bozuklukları gibi bozukluklarda böyle plasebo sonuçları daha sık ortaya
çıkıyor. Fakat şizofreni gibi daha ağır hastalıklarda plasebo yanıtları yani
aldığımız şeyin bir tedavi olduğuna inancımız nedeniyle ortaya çıkan psikolojik
olumlu sonuçlar şizofrenide geçerli değil ağır hastalıklarda bunları
söyleyebilirim. Söylediklerimin doğrudan bioenerjiye ilişkin değil ama genel
anlamda alternatif tedaviler ve plaseboya ilişkin olduğunun farkındayım.
5) Benim bazı
korkularım var, idare edilebilecek düzeyde olduğu için uzmana başvurma gereği
duymadım. Sevdiğim insanların ölümünden korkuyorum. Doğal aslında ama o anı
düşünüp, düşünüp ne yapacağımı kestirmeye, nasıl altından kalkacağım bunu
düşünmeye başlıyorum olmadık zamanlarda, bazen gece yarıları örneğin benim
kardeşim yok, yakın akrabam da eşim de benden 17 yaş büyük bunların sebep
olduğunu düşünüyorum, aslında yalnız kalma duygusu belki de... Bu vesile ile ‘’Git
bir uzmana görün!’’ derseniz de tavsiyenize uyarım, ama iyi uzman bulmak da
zor. Ek olarak, duruma anlamanıza yardımcı olabilir fikriyle: mesela annem,
babam, eşim ve ben aynı araçta şehir içi 10 dakika bir mesafeye gittiğimizde,
biz kaza yapar ölürsek, 7 yaşındaki kızıma kimin sahip çıkabileceği endişesine
kapılıyorum. Kendimi tedbirsizlikle suçluyorum, ardından evhamlı olmakla… Karar
veremiyorum tedbirsiz düşüncesiz miyim, yoksa sinirlerim mi bozuk?
Burada açık bir biçimde yoğun kaygıları görüyoruz. ‘’Burada
bir hastalık var mı? Bir kaygı bozukluğu var mı?’’ diye sorarsanız doğrudan bir
görüşme yapmadan yüz yüze veya bir online psikiyatrik görüşme yapmadan sadece
buradaki verilerle tanıya varmak çok kolay değil ama eğer bir tanı oluşacaksa
bunun kaygı bozuklukları kümesiyle ilişkili olacağına ilişkin bir ön gözlemimin
olduğunu söyleyebilirim. Ben her halükarda bu şikâyetlere sahip izleyicimizin
mutlaka bir psikiyatrik görüşme yapmasının kendisine fayda sağlayacağını
düşünüyorum.
6) Toplumun en büyük
problemleri korku ve öfke. Bu sorunları aşmak için neler tavsiye edersiniz?
Gerçekten önemli bir soru. Korku ve kaygı toplumda en fazla,
bireysel olarak da en yaygın rahatsızlıktır ama toplumsal olarak da toplumun
gidişatını etkileyen en olumsuz durumlardan birisi. Kesinlikle katılıyorum bu
soruya bir kere toplumun %30-%35’inde çeşitli oranlarda kaygı bozuklukları
görünebilir. Kaygı bozuklukları psikiyatrinin en yaygın bozukluklarıdır ve
fobilerde işin içerisine katıldığında çok sık görülür yani yüksekten korkma,
böcekten korkma, karanlıktan korkma, uçaktan korkma, asansörden korkma gibi
kaygıları da eklediğimizde %30-%35’leri bulan bir sıklığı vardır. Dolayısıyla gerçekten
tüm toplumlar için korku, kaygı, önemli bir sorundur. Doğrudan psikiyatrik bir
belirti olarak az önce söylediğim gibi onun dışında fakirlik korkusu,
‘’ülkemizde ekonomik kriz çıkacak’’ diye endişeler yaşamak veya işte ‘’ülkemiz
işgale uğrayacak’’ diye düşünmek, ‘’emperyalistler ülkemizi parçalayacak’’ diye
düşünmek vs. bunların bir kısmı haklı düşünceler olsa bile arkasında çoğu zaman
gereksiz kaygı ve korkularında tesiriyle toplumun şekillendiğini görüyoruz.
Aslında dünyadaki yöneticiler toplumların korku ve kaygılarını da bilir, korku
ve kaygılarını da yönetebilirler. Onlar
üzerinden toplumları yönetirler. Bir başkası da toplumların öfkesi, bugünlerde
ben Suriyelilerle ilgili bir anket yaptım. 6000-7000 kişi katıldı. Galiba
Alanya’da bir belediye sahile Suriyelilerin girişini yasaklamış, Mudanya’da da
bir benzeri olmuş ama Mudanya’daki daha çok prensibe dayalı bir yasaklama. Yani;
hayvanlarla girilemez, sahile çadır kurulamaz veya işte deniz kıyafetleriyle
girmek gerekir vs. daha kurallara dayalı tanımlanmış bir yasak ortaya koymuş.
Galiba Gazipaşa’daki belediye ise direkt milliyet üzerinden tanımlayıp,
Suriyelilerin denize, plaja, sahile giremeyeceğine ilişkin bir yasak ortaya
koymuş tabii bu çok yıkıcı bir şey nedeni ne olursa olsun. Ben de bunu
Twitter’da bir anket olarak yaydım ve sordum insanlara; ‘’Suriyelilerin denize,
sahile girmesine yasaklanmasına taraftar mısınız, karşı mısınız?’’ diye %56’ydı
galiba oran böyle bir yasağa taraftardı. Tabii bu çok birikmiş bir öfkeye
işaret ediyor. Tekrar söyleyeyim insanların denize girmesinin önüne bazı
kurallar koyabilirsiniz ama insanların sadece milliyetleri, dinleri gibi
nedenlerle böyle bir yasak koymaya kalkarsanız bunun adı ırkçılıktır,
ayrımcılıktır. Çok ağır bir muameledir ama buna rağmen Twitter’daki benim
yaklaşık 122.000 takipçim var ve bunların çok önemli bir kısmı ankete
katılanların %56’sı bu yasağa taraftar olduklarını belirtmiş. Ben buradan şunu
anladım; Türk toplumunun en önemli sorunlarından birisi de öfke. Tıpkı kaygı ve
korku gibi şimdi bu biriken Suriyeli sorunu nedeniyle yaklaşık 6 milyon insanın
ülkemizde yaşamaya başlaması ciddi ekonomik, sosyal sorunlarına gebe gözüküyor.
Toplumda bundan hem korkuya kaygıya kapılıyor hem de ciddi öfkeli öyle ki ırkçı
gözükebilecek tepkileri bile vermekten çekinmiyor. ‘’Korku ve öfkeyi toplumda
aşmak için neler tavsiye edersiniz?’’ diyor hem korku hem öfke için bu biraz
toplumsal bir sorun yani bunlar psikiyatrik sorunlar gibi tek tek ele
alabiliriz, her birimiz için çaresi var psikiyatriste gittiğimizde ilaçlar veya
bazı baş etme yöntemlerini bize öğretecektir, onlarla baş edeceğiz. Fakat bunun
dışında toplumdaki korku ve öfkeyi nasıl yeneceğimiz sorusu bu ülkenin nasıl
daha iyi yönetileceği sorusundan bağımsız olarak ele alınamaz. Eğer gerçekten
toplumdaki ayrışmalar hem korkuyu hem de öfkeyi tetiklemektedir. Dolayısıyla bu
ayrışmalarla uygun şekilde mücadele etmek, toplumun barışmasını, birbiriyle
kavuşmasını, birbirini anlar hale gelmesini, birbirine nezaket ve saygı
göstermesini, başkasının acılarına saygı göstermesini öğrenmeyi öğrendiğimizde
toplumun öfke ve korku sorunu da önemli oranda aşılacak. Gerçekten tüm etnik,
mezhepsel, siyasal, sosyal farklılıklardan bağımsız kaynaşmayı arttıracak
tedbirler almaktır yani bayram seyran ve diğer vesilelerle çeşitli toplumsal
kesimleri buluşturmak, bir araya getirmek, beraber yemek yemek, çay içmek,
sohbet etmek, toplantılar düzenlemek, birlikte sanat gösterileri hazırlamak vs.
bunlar toplumun kaynaşmasını arttıracaktır. Mesela Türkiye’de önemli bir kriz
yaşandı son dönemde 2016’da yaklaşık 150.000 kişi KHK’lı olarak devletten ihraç
edildi. Hani bu konular şimdi yeterince açıklığa kavuşmadı ama kısmen kavuşuyor
ve bunlardan yine yüz binlercesi ya hakkında takibat yapılmadı ya takibat
sonucunda beraat etti vs. vs. bu insanlar etiketlenmiş ve toplumdan
uzaklaştırılmış olarak yaşıyorlar. İşte bu toplumsal barışı tehdit eden
konulardan birisi öfke ve korkuya neden oluyor. Bu tür etiketlenmeleri aşmak
gerekiyor. Şimdi o KHK’lıların tekrar toplumla buluşma zamanı toplumun,
devletin bu konularda sıcak bir tutum sergilemesi ve gerçek anlamda terör
bağlantısı vs. olmayan ki bunların çok büyük bir bölümünün böyle olmadığına
ilişkin kanıtlar epeyce ortaya çıktı. Grup ve kişileri topluma hızlıca entegre
etmesi gerekiyor. Devletin toplumla barışması, sıcaklık ve şefkat göstermesi gerekiyor.
Bu aynı zamanda toplumun daha rahat gelişmesi, entegrasyonu, bütünleşmesi ve
yönetilebilmesi anlamına da gelir. Yoksa yoğun korku ve öfke üzerinden çatışma
üzerinden toplumda sürekli kriz üretirsiniz.
7) Malum üniversite
giriş sınavı kapıda, çocukların yoğun yaşadığı sınav kaygısı ve stres ile nasıl
baş edilir?
Evet, çok aktüel bir soru galiba bu hafta sonu Cumartesi ve
Pazar günü üniversite giriş sınavı yapılacak. Gerçekten milyonlarca insan ve
yakınları için 4-5 milyon insanı ilgilendiren bir sınav. Bu sınav stresiyle
ilgili hemen şimdi bugünden bugün Perşembe alınabilecek en iyi önlem geriye
kalan diğer günlerde çok iyi uyku uyumayı sağlamaktır. Bunu sağladığımız
müddetçe ancak rahat bir güne uyanabiliriz, enerjik olabiliriz. Öncelikle
uykuyu söylüyorum onun dışında tüm sınav zamanları için söylüyorum özellikle
kaygı bozukluğu olan insanların sınava hazırlanması çok kolay değil. Yine
dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu başka bir psikiyatrik bozukluk sınava
odaklanmayı çok zorlaştırıyor. Yine başka bir psikiyatrik bozukluk; depresyon
odaklanma ve güçlü bir biçimde ders çalışma, enerjik olma vs. bunlarda soruna
yol açtığı için dolayısıyla sınav stresiyle de baş etmeyi gittikçe zorlaştıran
psikiyatrik hastalıklar. Bugünlerde başka bir hastamın işaret ettiği şey diyor
ki; ‘’Önemli sınavlar geldiğinde ben de bozulma oluyor!’’ yani üniversite
öğrencisi bu da standart rutin olarak bir ekstra yüklenme olarak hastanın
hissettiği şey dolayısıyla öncelikle sınav stresi gibi bir genel sözle hareket
etmek yerine yakınlarımızın veya bize müracaat edenlerin bu kişilerin öncelikle
psikiyatrik bir rahatsızlığı olup olmadığından emin olmamız gerekir.
Psikiyatrik rahatsızlıklar düzgün tedavi edilirse sınav stresi denen şeyin
önemli bir kısmı geçer. Çünkü onlar sadece sınav stresinden ibaret değildir ama
sınav stresi özgür olarak ortaya çıkıyorsa ve bu klinik bir tablo değilse
hafifse onunla baş etmenin en iyi sorunlarından birisi de hastanın sınava kadar
çok iyi bir uyku uyanıklık düzenine sahip olmasıdır. Stresi azaltabilecek en
önemli yöntemlerden birisidir. Bunun dışında yani ilaç dışındaki şeyleri
söylüyorum; risk analizi yapmak, önceliklerini belirlemek, sınavla ilgili
gerçekte ne yapmak istediği konusuna doğru odaklanabilmek, doğru düşünebilmek
bunlar bir psikiyatrist veya bir psikoterapistten yardım alınarak üzerinde
çalışılabilecek ve bazı psikotelapatik tekniklerle önem sırası yaparak, küçük
parçalar halinde çalışarak, daha büyük hedefleri daha ileriye alarak adım adım
baş etmenin mümkün olduğu kaygılar diye düşünüyorum. Bir de benim çocukluğumdan
beri yaptığım bir şey vardır. Kaygılandığımda ne üzerine kaygılandığımı
düşünürüm. Kendimce bir sebep bulduğumda kısmen rahatlarım. Bunun teknik olarak
aslında doğru olduğunu da sonradan psikiyatrist olduğumda fark ettiğim bir şey.
Çünkü aslında sebebini bilmediğimiz kaygılar nöroadrenalin üzerinden
iletiliyorlar. Nöroadrenalin üzerinden iletildiklerinde daha çok yan etki
diyelim veya belirtiye yol açıyorlar oysa nedeni belli olan kaygılar, sınırları
belli olan kaygılar mesela sınav kaygısı gibi vs. bunlar adrenalin üzerinden
iletiliyorlar ve bunların etkisi daha az yıkıcı. Dolayısıyla kaygı üzerine de
bir miktar düşünmek yani tümüyle konudan uzaklaşmak o da bir teknik olabilir,
metakognitif teknikler var öyle bizi olaydan uzaklaştırarak, sektirerek
kaygılarımızdan uzaklaştırıyorlar ama bir miktar kaygılarımızın üzerinde düşünerek
çok yoğun değil kaygının parçalarını anlamaya çalışmak da daha belirli hale getirip,
baş etmemizi daha kolay hale getirebilir.
8) Üniversite
hazırlık okuyan oğlum çocukluğundan beri tırnak kenarları yiyor, bir de ‘’tilki
uykusu’’ diyebileceğim bir uyku şekli var, en ufak kapı açmaya bile uyanıyor.
Evet, bu tırnak yeme; dürtü kontrol bozukluklarından
birisidir. Saç yolma, tırnak yeme veya sivilceleri yolma, tırnakların
kenarındaki ‘’şeytantırnağı’’ denilen yeri yeme bunlar dürtü kontrol
bozuklukları olarak geçer. Bunların önemli bir kısmına da kaygı bozuklukları da
eşlik edebilir ki burada da öyle bir şey hem uyku derinliği yok hem çabucak
uyanıyor bu kişinin kaygılı olduğunu da tahmin ediyorum. Bu tablolar bir arada
gözükebilir. Bunlar için öncelikle SSRİ (Serotonin Gerialım İnhibitörü) ilaçlar
antidepresanlar işe yarabilir ve bunların yanında bazı antipsikotiklerin de
dürtü kontrol bozukluklarında çok iyi sonuçlar verdiğini ben hem kendim müşahade
ettim hem de sonuçlarını yayınladım uluslararası literatürde mesela saç yolma
ve kıl yolma da bunlardan birisi gayet başarılı sonuçlar aldığımız hastalarımız
oldu. Dolayısıyla mutlaka bir psikiyatristle görüştürülmesi gerekiyor bu
hastamızın, hastanın tedavisi mümkün.
9) Sürekli bakım
evinde kalan şizofreni tanısı koyulmuş hastalarla ilaç tedavisine ek olarak
grupla psikolojik danışma/grup terapisi yapılabilir mi? Psikiyatrik
durumlarında normalleşme olur mu?
Çok güzel bir soru teşekkür ediyorum. Yani aslında
izleyicimiz şunu soruyor; ‘’Şizofreni hastalarında rehabilitasyon mümkün mü,
grup halinde bunu yapmak mümkün mü?’’ elbette mümkün. Türkiye’de yaklaşık 10-15
sene kadar önce yapılan bir tür reformla ruh sağlığı alanında toplum ruh
sağlığı merkezleri kuruldu. Önemli bir aşamaydı emeği geçen meslektaşlarımıza
teşekkür etmemiz gerekir. Şimdi hemen bir çok ilde toplum ruh sağlığı
merkezleri var çok sayıda da olabiliyor bazı illerde. Bu toplum ruh sağlığı
merkezlerinde hastalar çeşitli meşguliyet terapileri alıyorlar, düzenli olarak
oraya gidiyorlar, çay/kahve içiyorlar, diğer hasta arkadaşlarıyla sohbet
ediyorlar, hekimlerle görüşüyorlar, tedavi ekibiyle bir arada bulunuyorlar. Tüm
bu süreçler bu hastaların şizofreni ve diğer ağır psikiyatrik hastalıklarla baş
etmelerini kolaylaştırıyor. Az önce söylediğim 3 hastamızdan birisi 7 yıldır
iyi giden ve ayda bir enjeksiyonlarla giden hastamızın da düzenli bir biçimde
toplum ruh sağlığı merkezine gidip hizmet aldığını söylemek isterim. Oradaki doktor;
‘’Senin hasta olduğunu bilmiyor olsam bir yerde karşılaşsak konuşmalarından
hasta olduğunu çıkarmam mümkün değil.’’ diyormuş. Yani sonuç olarak; uzun
etkili enjeksiyonlar, doğru tedavi ve bu tamamlayıcı teknikler rehabilitasyon
gibi toplum ruh sağlığı merkezlerindeki rehabilitasyon gibi burada sorulan grup
tedavileri gibi yaklaşımlar en ağır hastalarımızın bile iyi neticeler almasına
ve tekrar topluma kazandırılmasına ciddi katkı sağlamaktalar.
10) Yaklaşık bir
yıldır boğazımda acı ve yanma var, fiziksel hiçbir rahatsızlık bulunamadı,
hayat konforumu çok fazla bozdu, antidepresanlardan fayda görmedim.
Hipnoterapiye başladım, o da daha yeni. Ne tavsiye edersiniz?
Doğrusu hangi psikiyatriste gidiyorsanız düzenli olarak ona
devam etmenizi şimdilik öneririm eğer tedavilerden netice almazsanız başka bir
hekimle de temas edebilirsiniz. Bu boğazdaki acı ve yanma eğer gerçekten başka
fiziksel bir hastalıkla ilişkili değilse psikiyatrik bir hastalıkla ilişkili
olabilir. Antidepresanların çeşidine göre fayda veren ve vermeyen olabilir ama
uygun dozlara çıkmak her zaman önemlidir. Eğer tıbben açıklanmayan bir belirti
ise bu antidepresanların da en uygun dozlara çıkılmasında fayda var. Genellikle
hem hastaların hem hekimlerin atladığı bir konudur bu uygun dozlara çıkılmadığı
için hemen hiçbir tedaviden doğru yanıt alınamaz ve hasta seneler kaybeder,
hekimden hekime dolaşır, hastalıklar hakkında bir sürü yeni, saçma, karmaşık
isimler vs. konulur hasta ve yakınları ciddi anlamda hayat konforlarını
kaybederler. Dolayısıyla hekiminize devam etmeniz dozla ilgili eksiklikler
varsa da onların giderilmesine çalışmak da fayda var değilse başka bir hekimden
de görüş almak duruma ciddi bir katkı getirebilir.
Bu metin,
Prof. Dr. Haluk Savaş’ın Ahval haber sitesi ve kendi Youtube kanalında
yayınlanan ‘’Bir Tatlı Huzur Prof. Dr. Haluk Savaş’la Soru-Cevap Psikiyatri’’
programının yazılı halidir.