Bir Tatlı Huzur 13/06/2019

1) Annemin çocukluğundan beri ciddi derecede rahatsızlıkları var. Bu zamana kadar hiçbir tedaviyi kabul etmediği için ara ara ilaç alsa da kullandırtamadık. Tüm rahatsızlıklarını uzatmadan bir çırpıda paylaşmak istiyorum. Annem sürekli yalan söylüyor. Yani bazen doğrusunu bilemiyoruz, sürekli şiddet uyguluyor. Hiç durmadan konuşuyor ve konuşurken sürekli küfürler ederek konuşuyor. Aşırı pis, sürekli rüya ile yaşıyor ve Allah’ı dahi gördüğünü söylüyor. Duvarda bir leke olsa, el izi olsa ya da bir çizik ona bizim ‘’büyü yaptığımızı, cinlerimizin olduğunu’’ söylüyor. Bir de ışığa odaklanıp bir şeyler görmeye çalışıyor gözlerini kısıp, babamın onu aldattığını düşünüyor. Gece uyurken babamın ona vurduğunu söylüyor (böyle bir şey kesinlikle yok). Gece bağırıp babama vuruyor, her fırsatta kriz geçiriyor üstüne gidince şiddet uyguluyor. Kendini öldürme tehditleri, yere yatıp ölüyormuş numaraları ve 13. kattan bir şeyler atma tarzı eylemlere giriyor. Kendini çok üst düzey, zengin biri ve de kutsal biri sanıyor. Bu yüzden çevresi yok çünkü sürekli övünüyor, dinlemeyi bilmiyor. Bizleri sürekli kullanıyor iş bitiminde eski kötü karakterine bürünüyor ama işi yapılıncaya kadar ılımlı davranıyor. Çok özür dileyerek bu kısmını paylaşmak istiyorum çünkü fiziki sıkıntısı yok ameliyat oldu, tedavilerini oldu fakat sürekli altına kaçırıyor ve artık psikolojik olabileceği kanaatine vardık. Beni çok kıskanıyor, benimle yarışıyor ve daha onlarca sorunu var vaktinizden çaldım yeterince. Hikâyesi ise; küçükken babasından çok şiddet görmüş, babası ve en sevdiği abisi traktörün altında kalarak vefat etmiş, 15 yaşında zorla evlilik, küçük yaşta anne olmuş, babam askerdeyken kayınvalide baskısı ve şiddeti. Tüm huyları ayni anneannem (vefat etti). 13 aydır aripiprazol 5 mg, 15 mg ilacını ara ara kullandı sürekli içiremiyoruz şimdi 20 mg verdi doktoru ama görmeden yazıyor çünkü annemi götüremedik ve 20 mg içince krizleri arttı artık dayanamıyoruz bir de bayramda çocukluğunu geçirdiği köyüne gidip geldi arttı resmen hastalığı. Ben 2 ve 5 yaşında 2 çocuğumla ayni evde annemle yaşamak zorundayım. Eşim ihraç edildi ve 13 aydır tutuklu ve gidebileceğim evim yok elimiz kolumuz bağlandı. Nasıl tedavi ettirebiliriz bir de size danışmak istedim. Bize bir yol yöntem gösterebilecek tek kişi olduğunuza inanıyorum.


Çok sayıda psikiyatrik hastada ortaya çıkan sorunlardan birisi de budur; ilaç kullandırtamamak. Öncelikle burada anlatılan bir tablonun psikotik yani bir akıl hastalığı belirti kümesi içerdiği çok açık gözüküyor. Tabii tanı koymak çok doğru değil bu verilerle ama bize hemen manik depresif hastalığın özellikle manik fazını çağrıştıran aşırı hareketlilik, öfke, canlılık, buyurganlık, başka insanlara hükmetmeye çalışma, kendisinin Allah’la konuştuğunu düşünme, kendisini aşırı önemseme gibi düşünce ve davranışları burada görüyoruz. Yani bipolar bozukluk kronik bir hastalıktır. Yıllarca sürebilir doğru müdahale edilmediğinde veya başka bir akıl hastalığı, şizofrenide de buradaki belirtilere benzer belirti kümelerini görmek mümkün ama her halükarda bu hastanın iç görüsünün olmadığı yani kendisinin hasta olduğu bilgisine sahip olmadığı, bunu kabullenmediği anlaşılıyor. İlaç kullanmıyor olmak da bunun tipik uzantılarından birisidir. İç görüsü olmayan hastaların yani akıl hastalarının tedavilerini düzgün kullanmasını beklemek de çok güç tabii ki. Bu tür hastalar için önemli gelişmeler var. Özellikle uzun etkili antipsikotik ilaçlar var aylık veya 3 aylık etkili. Mesela bu hastanın her gün ilaç alması gerekmeyebilir, uygun bir hekime ulaştığında bu enjeksiyonlardan birisi yapılabilir. Böylece tedavi önemli oranda hattına oturabilir. Bu çerçevede olup tedavi ettiğimiz ve düzelen çok sayıda hastamız var hatta bugün böyle bir mesaj geldi. Soru listesinde de karşılaşacağız. Bir sonraki soru hemen ona geçeyim o zaman orada uzun etkili antipsikotiklerin nasıl etki ettiğine ilişkin soru değil bir cevap aslında tam da bu hastanın üzerine gelmiş. ‘’Tam yeri!’’ diyelim. Ben bu hastanın yakınına; en yakınlarındaki bir psikiyatriste bu bizim elimizdeki bilgilerle bile müracaat edebileceğini söyleyebilirim en kötü ihtimalle. Ona göre tedavi yeniden düzenlenebilir. Eğer hasta oralara ulaşamıyorsa bizim gibi online hizmet veren psikiyatristler olabilir. Onları internet üzerinden görüntülü görüşmeyle hasta veya yakınlarıyla ayrıntılı bir görüşmeye davet edebilirsiniz. O görüşme sonrasında hekimde oluşacak kanaatle hastayı da görebilirse o görüşme sırasında çok daha iyi olacaktır. Hastaya ilaç önermesi, bunların kullandırtılması çok şeyi değiştirir söylediğim aylık enjeksiyonlar da bu çerçevede çok işe yarayabilir.


2) Abime şizofreni teşhisi koyuldu 20 yıl önce. Şimdi 50 yaşında, iki yıldır koldan ayda bir iğne yapıyorlar sanki bir mucize oldu ve tüm diğer ilaçları bıraktı çok iyi. O da eskiden Allah’ın çocuğu olduğuna inanıyordu uçan bir trenin onu gelip almasını bekliyordu çatıda.


Biraz evvelki hastaya ne kadar benzediğini vurgulamak isterim. Hani Allah’ın oğlu olma meselesi büyüklük hezeyanları ne kadar da değişmiş hasta bakın 20 yıllık hasta şimdi; ‘’2 yıldır adeta mucize oldu!’’ diyor. Bizim çok sayıda böyle hastamız var ama bunlardan birisi mesela 3 kardeş hastadır. 7 yıldır artık hiç rahatsızlanmayan ve o sırada hastalığı nedeniyle de malulen emekli olan kardeş, bir ağabey bir de kardeşini bize tedavi ettiriyor. 3 kardeşler; en eskisi olan aramızda en eski gidip gelen hasta 7 yıldır hiç hastalanmıyor. O da gayet iyi ve ayda bir enjeksiyonlarla gidiyor. Diğerlerinin tedavisiyle ilgileniyor şu an dolayısıyla gerçekten tıbbın ve psikiyatrinin kat ettiği önemli mesafeler var. Bu mesafelerden istifade etmek lazım. Her 2 soruyu da yollayan hasta yakınlarına çok teşekkür ediyorum. Birinin sorusunu da diğeri cevaplamış oluyor aslında.


3) Eşime obsesif kompulsif bozukluk ve hipokondria teşhisi kondu ama ilaç almayı reddediyor. ‘’Ben hasta değilim!’’ deyip kendinde varsaydığı hastalıklara odaklanmamızı istiyor. Bu konuda ne önerebilirsiniz?


Obsesif kompulsif bozukluk takıntı bozukluğudur. Hipokondria ise ‘’hastalık hastası’’ diyebileceğimiz bir tablo. İlaç almayı reddettiğine göre burada da demek ki iç görü biraz az kişi hasta olduğunun çok farkında değil. Yani bu kişi psikiyatrik bir hastalık değil de vücudunda başka başka hastalıklar olduğunu düşünüyor. Psikiyatrik hastalıkların değil o varsaydığı hastalıkların tedavisi yoluna gidilmesini istiyor. Hani böyle olup yıllardır doktor doktor dolaşan bir çok kişi vardır. Tabii bir çok tetkikler yaptırır, tahliller yaptırır netice almaya çalışır ve maalesef alınamaz. Çünkü esas mesele hastalık hastalığıdır ve o kişinin gerçekte başka hiçbir hastalığı yoktur ama bu psikiyatrik bir hastalıktır ve bunun tedavisi gerekmektedir. Tedavide öncelikle iyi ve anlayışlı bir psikiyatristin bulunması lazım. Sonrasında psikiyatristin bu hastalık hastalığını sürekli doktorun hastayla tartışmaması onun yerine hastanın psikolojik açıdan rahatlamasını sağlayacak şekilde uygun psikiyatrik ilaçları ve psikoterapi yaklaşımlarını kullanması gerekir. Bunların hiçbirinde hastayla ‘’Aslında sen hasta değilsin!’’ gibi bir tartışmaya girmemek gerekir. Bunu hasta yakınlarına da tavsiye ederim en genel anlamda yani hastalarımızın özellikle iç görüsü düşükse yani bir akıl hastalığı düzeyinde saçma düşüncelere sahiplerse veya tam saçma değilse bile saçmalığa yakın bir takıntılı düşüncelere sahiplerse artık bu takıntılarını onlarla tartışmak yerine mantıklı bir orta yol bulup o orta yol içerisinde hem psikiyatrik ilaçları hem de psikoterapiyi düzgün başarmaya çalışmak lazım. Bunu yaptığımızda hasta bir süre sonra düzelip kendi tuhaf düşüncelerini de anlayabilir hale gelir. O zaman geçmişe doğru dönük olarak bir muhasebe yapabilir. ‘’Ya galiba ben saçmalamışım, yanlış fikirlerim varmış. Şimdi öyle değil!’’ diyebilir ama hastalık aktifken bunları hastayla didişmek, tartışmak, inkâr etmek, onu ikna etmeye çalışmak çok bir anlam taşımaz. Onun yerine bir psikiyatristle görüştürüp doğru ilaçlara ulaşmasını sağlayıp, onları kullanmaya devam ettirmek lazım. Gerektiğinde burada da eğer psikotik düzeydeyse hasta bu uzun etkili antipsikotikler yani enjeksiyonlar kullanılabilir, işe yarayabilir önereceklerim bunlar.


4) Bioenerji ile ilgili yaklaşımınız nedir? Bioenerji alan bir kişinin yaşam düzeyi, eğitim seviyesi, din bilgisinin bu yönelimde payı var mıdır?


Öncelikle bioenerji konusu Ortodoks tıbbın yani klasik tıbbın çok kabul ettiği ve üzerinde yürüdüğü bir ana yol değil. Dolayısıyla biz Ortodoks tıp eğitimi alanlar yani klasik tıp eğitimi alanlar için bioenerji konusu uzak bir başlık ve gerçekte ne kadar faydalı olduğu olmadığı konusu en azından bizim kullandığımız araştırma yöntemlerinde çok fazla ortaya konmuş durumda değil. Dolayısıyla bizim geleneksel olarak yetişme biçimimiz bioenerji gibi alternatif gözüken tedavi yaklaşımlarına karşı mesafeli ve güvensizdir. Ben bu anlamda ayrıntılı bilgiye sahip değilim bioenerji konusunda ama kendim de bir kanser hastasıyım ve doğal olarak tüm zor şartlarda yaşayan hastalar kendilerine göre alternatif sayılabilecek, tedavilerine katkı sağlayabilecek diğer tedavi yaklaşımlarından istifade etmeye çalışırlar. Ben doğrudan bioenerji yaklaşımından istifade etmedim öyle ayrıntılı bir araştırmaya da girmedim ama tavsiye edenler oldu. Şu ana kadar ikna edici düzeyde kanıtla karşılaşmadığımı söyleyebilirim ama belki yarın karşılaşır ve uygulayabilirim. Psikiyatride bioenerjinin işe yaradığına ilişkin bariz kanıtları en azından ben bilmiyorum ancak şunu biliyoruz; psikiyatrik hastalar ve diğer branşın hastaları esasen ‘’plasebo etkisi’’ denilen yani %40’lara kadar etki gösterebilen yani toplumun %40’ında etki gösterebilen tedavi yanıtı alınabilmesine neden olan bir dizi klasik tıp dışı yaklaşımlardan da istifade edebilirler. İlaçların bile bu anlamda bir dize plasebo etkisi vardır. Yani bizim onların ilaç olduğuna inanıyor olmamız sebebiyle ortaya çıkan etkiler hani bu anlamda vatandaş arasında da söylenen su bile içerse eğer, tuz bile içirseler eğer, şeker bile içirseler eğer biz onu ilaç olarak bildiğimizde o klinik tablo çok ağır bir şey değilse %40’lara kadar tesir gösteriyor. Yani toplumun %40’ında tedavi yanıtı alınmasına neden oluyor. Depresyon gibi kaygı bozuklukları gibi bozukluklarda böyle plasebo sonuçları daha sık ortaya çıkıyor. Fakat şizofreni gibi daha ağır hastalıklarda plasebo yanıtları yani aldığımız şeyin bir tedavi olduğuna inancımız nedeniyle ortaya çıkan psikolojik olumlu sonuçlar şizofrenide geçerli değil ağır hastalıklarda bunları söyleyebilirim. Söylediklerimin doğrudan bioenerjiye ilişkin değil ama genel anlamda alternatif tedaviler ve plaseboya ilişkin olduğunun farkındayım.


5) Benim bazı korkularım var, idare edilebilecek düzeyde olduğu için uzmana başvurma gereği duymadım. Sevdiğim insanların ölümünden korkuyorum. Doğal aslında ama o anı düşünüp, düşünüp ne yapacağımı kestirmeye, nasıl altından kalkacağım bunu düşünmeye başlıyorum olmadık zamanlarda, bazen gece yarıları örneğin benim kardeşim yok, yakın akrabam da eşim de benden 17 yaş büyük bunların sebep olduğunu düşünüyorum, aslında yalnız kalma duygusu belki de... Bu vesile ile ‘’Git bir uzmana görün!’’ derseniz de tavsiyenize uyarım, ama iyi uzman bulmak da zor. Ek olarak, duruma anlamanıza yardımcı olabilir fikriyle: mesela annem, babam, eşim ve ben aynı araçta şehir içi 10 dakika bir mesafeye gittiğimizde, biz kaza yapar ölürsek, 7 yaşındaki kızıma kimin sahip çıkabileceği endişesine kapılıyorum. Kendimi tedbirsizlikle suçluyorum, ardından evhamlı olmakla… Karar veremiyorum tedbirsiz düşüncesiz miyim, yoksa sinirlerim mi bozuk?


Burada açık bir biçimde yoğun kaygıları görüyoruz. ‘’Burada bir hastalık var mı? Bir kaygı bozukluğu var mı?’’ diye sorarsanız doğrudan bir görüşme yapmadan yüz yüze veya bir online psikiyatrik görüşme yapmadan sadece buradaki verilerle tanıya varmak çok kolay değil ama eğer bir tanı oluşacaksa bunun kaygı bozuklukları kümesiyle ilişkili olacağına ilişkin bir ön gözlemimin olduğunu söyleyebilirim. Ben her halükarda bu şikâyetlere sahip izleyicimizin mutlaka bir psikiyatrik görüşme yapmasının kendisine fayda sağlayacağını düşünüyorum.


6) Toplumun en büyük problemleri korku ve öfke. Bu sorunları aşmak için neler tavsiye edersiniz?


Gerçekten önemli bir soru. Korku ve kaygı toplumda en fazla, bireysel olarak da en yaygın rahatsızlıktır ama toplumsal olarak da toplumun gidişatını etkileyen en olumsuz durumlardan birisi. Kesinlikle katılıyorum bu soruya bir kere toplumun %30-%35’inde çeşitli oranlarda kaygı bozuklukları görünebilir. Kaygı bozuklukları psikiyatrinin en yaygın bozukluklarıdır ve fobilerde işin içerisine katıldığında çok sık görülür yani yüksekten korkma, böcekten korkma, karanlıktan korkma, uçaktan korkma, asansörden korkma gibi kaygıları da eklediğimizde %30-%35’leri bulan bir sıklığı vardır. Dolayısıyla gerçekten tüm toplumlar için korku, kaygı, önemli bir sorundur. Doğrudan psikiyatrik bir belirti olarak az önce söylediğim gibi onun dışında fakirlik korkusu, ‘’ülkemizde ekonomik kriz çıkacak’’ diye endişeler yaşamak veya işte ‘’ülkemiz işgale uğrayacak’’ diye düşünmek, ‘’emperyalistler ülkemizi parçalayacak’’ diye düşünmek vs. bunların bir kısmı haklı düşünceler olsa bile arkasında çoğu zaman gereksiz kaygı ve korkularında tesiriyle toplumun şekillendiğini görüyoruz. Aslında dünyadaki yöneticiler toplumların korku ve kaygılarını da bilir, korku ve kaygılarını da yönetebilirler.  Onlar üzerinden toplumları yönetirler. Bir başkası da toplumların öfkesi, bugünlerde ben Suriyelilerle ilgili bir anket yaptım. 6000-7000 kişi katıldı. Galiba Alanya’da bir belediye sahile Suriyelilerin girişini yasaklamış, Mudanya’da da bir benzeri olmuş ama Mudanya’daki daha çok prensibe dayalı bir yasaklama. Yani; hayvanlarla girilemez, sahile çadır kurulamaz veya işte deniz kıyafetleriyle girmek gerekir vs. daha kurallara dayalı tanımlanmış bir yasak ortaya koymuş. Galiba Gazipaşa’daki belediye ise direkt milliyet üzerinden tanımlayıp, Suriyelilerin denize, plaja, sahile giremeyeceğine ilişkin bir yasak ortaya koymuş tabii bu çok yıkıcı bir şey nedeni ne olursa olsun. Ben de bunu Twitter’da bir anket olarak yaydım ve sordum insanlara; ‘’Suriyelilerin denize, sahile girmesine yasaklanmasına taraftar mısınız, karşı mısınız?’’ diye %56’ydı galiba oran böyle bir yasağa taraftardı. Tabii bu çok birikmiş bir öfkeye işaret ediyor. Tekrar söyleyeyim insanların denize girmesinin önüne bazı kurallar koyabilirsiniz ama insanların sadece milliyetleri, dinleri gibi nedenlerle böyle bir yasak koymaya kalkarsanız bunun adı ırkçılıktır, ayrımcılıktır. Çok ağır bir muameledir ama buna rağmen Twitter’daki benim yaklaşık 122.000 takipçim var ve bunların çok önemli bir kısmı ankete katılanların %56’sı bu yasağa taraftar olduklarını belirtmiş. Ben buradan şunu anladım; Türk toplumunun en önemli sorunlarından birisi de öfke. Tıpkı kaygı ve korku gibi şimdi bu biriken Suriyeli sorunu nedeniyle yaklaşık 6 milyon insanın ülkemizde yaşamaya başlaması ciddi ekonomik, sosyal sorunlarına gebe gözüküyor. Toplumda bundan hem korkuya kaygıya kapılıyor hem de ciddi öfkeli öyle ki ırkçı gözükebilecek tepkileri bile vermekten çekinmiyor. ‘’Korku ve öfkeyi toplumda aşmak için neler tavsiye edersiniz?’’ diyor hem korku hem öfke için bu biraz toplumsal bir sorun yani bunlar psikiyatrik sorunlar gibi tek tek ele alabiliriz, her birimiz için çaresi var psikiyatriste gittiğimizde ilaçlar veya bazı baş etme yöntemlerini bize öğretecektir, onlarla baş edeceğiz. Fakat bunun dışında toplumdaki korku ve öfkeyi nasıl yeneceğimiz sorusu bu ülkenin nasıl daha iyi yönetileceği sorusundan bağımsız olarak ele alınamaz. Eğer gerçekten toplumdaki ayrışmalar hem korkuyu hem de öfkeyi tetiklemektedir. Dolayısıyla bu ayrışmalarla uygun şekilde mücadele etmek, toplumun barışmasını, birbiriyle kavuşmasını, birbirini anlar hale gelmesini, birbirine nezaket ve saygı göstermesini, başkasının acılarına saygı göstermesini öğrenmeyi öğrendiğimizde toplumun öfke ve korku sorunu da önemli oranda aşılacak. Gerçekten tüm etnik, mezhepsel, siyasal, sosyal farklılıklardan bağımsız kaynaşmayı arttıracak tedbirler almaktır yani bayram seyran ve diğer vesilelerle çeşitli toplumsal kesimleri buluşturmak, bir araya getirmek, beraber yemek yemek, çay içmek, sohbet etmek, toplantılar düzenlemek, birlikte sanat gösterileri hazırlamak vs. bunlar toplumun kaynaşmasını arttıracaktır. Mesela Türkiye’de önemli bir kriz yaşandı son dönemde 2016’da yaklaşık 150.000 kişi KHK’lı olarak devletten ihraç edildi. Hani bu konular şimdi yeterince açıklığa kavuşmadı ama kısmen kavuşuyor ve bunlardan yine yüz binlercesi ya hakkında takibat yapılmadı ya takibat sonucunda beraat etti vs. vs. bu insanlar etiketlenmiş ve toplumdan uzaklaştırılmış olarak yaşıyorlar. İşte bu toplumsal barışı tehdit eden konulardan birisi öfke ve korkuya neden oluyor. Bu tür etiketlenmeleri aşmak gerekiyor. Şimdi o KHK’lıların tekrar toplumla buluşma zamanı toplumun, devletin bu konularda sıcak bir tutum sergilemesi ve gerçek anlamda terör bağlantısı vs. olmayan ki bunların çok büyük bir bölümünün böyle olmadığına ilişkin kanıtlar epeyce ortaya çıktı. Grup ve kişileri topluma hızlıca entegre etmesi gerekiyor. Devletin toplumla barışması, sıcaklık ve şefkat göstermesi gerekiyor. Bu aynı zamanda toplumun daha rahat gelişmesi, entegrasyonu, bütünleşmesi ve yönetilebilmesi anlamına da gelir. Yoksa yoğun korku ve öfke üzerinden çatışma üzerinden toplumda sürekli kriz üretirsiniz.


7) Malum üniversite giriş sınavı kapıda, çocukların yoğun yaşadığı sınav kaygısı ve stres ile nasıl baş edilir?


Evet, çok aktüel bir soru galiba bu hafta sonu Cumartesi ve Pazar günü üniversite giriş sınavı yapılacak. Gerçekten milyonlarca insan ve yakınları için 4-5 milyon insanı ilgilendiren bir sınav. Bu sınav stresiyle ilgili hemen şimdi bugünden bugün Perşembe alınabilecek en iyi önlem geriye kalan diğer günlerde çok iyi uyku uyumayı sağlamaktır. Bunu sağladığımız müddetçe ancak rahat bir güne uyanabiliriz, enerjik olabiliriz. Öncelikle uykuyu söylüyorum onun dışında tüm sınav zamanları için söylüyorum özellikle kaygı bozukluğu olan insanların sınava hazırlanması çok kolay değil. Yine dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu başka bir psikiyatrik bozukluk sınava odaklanmayı çok zorlaştırıyor. Yine başka bir psikiyatrik bozukluk; depresyon odaklanma ve güçlü bir biçimde ders çalışma, enerjik olma vs. bunlarda soruna yol açtığı için dolayısıyla sınav stresiyle de baş etmeyi gittikçe zorlaştıran psikiyatrik hastalıklar. Bugünlerde başka bir hastamın işaret ettiği şey diyor ki; ‘’Önemli sınavlar geldiğinde ben de bozulma oluyor!’’ yani üniversite öğrencisi bu da standart rutin olarak bir ekstra yüklenme olarak hastanın hissettiği şey dolayısıyla öncelikle sınav stresi gibi bir genel sözle hareket etmek yerine yakınlarımızın veya bize müracaat edenlerin bu kişilerin öncelikle psikiyatrik bir rahatsızlığı olup olmadığından emin olmamız gerekir. Psikiyatrik rahatsızlıklar düzgün tedavi edilirse sınav stresi denen şeyin önemli bir kısmı geçer. Çünkü onlar sadece sınav stresinden ibaret değildir ama sınav stresi özgür olarak ortaya çıkıyorsa ve bu klinik bir tablo değilse hafifse onunla baş etmenin en iyi sorunlarından birisi de hastanın sınava kadar çok iyi bir uyku uyanıklık düzenine sahip olmasıdır. Stresi azaltabilecek en önemli yöntemlerden birisidir. Bunun dışında yani ilaç dışındaki şeyleri söylüyorum; risk analizi yapmak, önceliklerini belirlemek, sınavla ilgili gerçekte ne yapmak istediği konusuna doğru odaklanabilmek, doğru düşünebilmek bunlar bir psikiyatrist veya bir psikoterapistten yardım alınarak üzerinde çalışılabilecek ve bazı psikotelapatik tekniklerle önem sırası yaparak, küçük parçalar halinde çalışarak, daha büyük hedefleri daha ileriye alarak adım adım baş etmenin mümkün olduğu kaygılar diye düşünüyorum. Bir de benim çocukluğumdan beri yaptığım bir şey vardır. Kaygılandığımda ne üzerine kaygılandığımı düşünürüm. Kendimce bir sebep bulduğumda kısmen rahatlarım. Bunun teknik olarak aslında doğru olduğunu da sonradan psikiyatrist olduğumda fark ettiğim bir şey. Çünkü aslında sebebini bilmediğimiz kaygılar nöroadrenalin üzerinden iletiliyorlar. Nöroadrenalin üzerinden iletildiklerinde daha çok yan etki diyelim veya belirtiye yol açıyorlar oysa nedeni belli olan kaygılar, sınırları belli olan kaygılar mesela sınav kaygısı gibi vs. bunlar adrenalin üzerinden iletiliyorlar ve bunların etkisi daha az yıkıcı. Dolayısıyla kaygı üzerine de bir miktar düşünmek yani tümüyle konudan uzaklaşmak o da bir teknik olabilir, metakognitif teknikler var öyle bizi olaydan uzaklaştırarak, sektirerek kaygılarımızdan uzaklaştırıyorlar ama bir miktar kaygılarımızın üzerinde düşünerek çok yoğun değil kaygının parçalarını anlamaya çalışmak da daha belirli hale getirip, baş etmemizi daha kolay hale getirebilir.


8) Üniversite hazırlık okuyan oğlum çocukluğundan beri tırnak kenarları yiyor, bir de ‘’tilki uykusu’’ diyebileceğim bir uyku şekli var, en ufak kapı açmaya bile uyanıyor.


Evet, bu tırnak yeme; dürtü kontrol bozukluklarından birisidir. Saç yolma, tırnak yeme veya sivilceleri yolma, tırnakların kenarındaki ‘’şeytantırnağı’’ denilen yeri yeme bunlar dürtü kontrol bozuklukları olarak geçer. Bunların önemli bir kısmına da kaygı bozuklukları da eşlik edebilir ki burada da öyle bir şey hem uyku derinliği yok hem çabucak uyanıyor bu kişinin kaygılı olduğunu da tahmin ediyorum. Bu tablolar bir arada gözükebilir. Bunlar için öncelikle SSRİ (Serotonin Gerialım İnhibitörü) ilaçlar antidepresanlar işe yarabilir ve bunların yanında bazı antipsikotiklerin de dürtü kontrol bozukluklarında çok iyi sonuçlar verdiğini ben hem kendim müşahade ettim hem de sonuçlarını yayınladım uluslararası literatürde mesela saç yolma ve kıl yolma da bunlardan birisi gayet başarılı sonuçlar aldığımız hastalarımız oldu. Dolayısıyla mutlaka bir psikiyatristle görüştürülmesi gerekiyor bu hastamızın, hastanın tedavisi mümkün.


9) Sürekli bakım evinde kalan şizofreni tanısı koyulmuş hastalarla ilaç tedavisine ek olarak grupla psikolojik danışma/grup terapisi yapılabilir mi? Psikiyatrik durumlarında normalleşme olur mu?


Çok güzel bir soru teşekkür ediyorum. Yani aslında izleyicimiz şunu soruyor; ‘’Şizofreni hastalarında rehabilitasyon mümkün mü, grup halinde bunu yapmak mümkün mü?’’ elbette mümkün. Türkiye’de yaklaşık 10-15 sene kadar önce yapılan bir tür reformla ruh sağlığı alanında toplum ruh sağlığı merkezleri kuruldu. Önemli bir aşamaydı emeği geçen meslektaşlarımıza teşekkür etmemiz gerekir. Şimdi hemen bir çok ilde toplum ruh sağlığı merkezleri var çok sayıda da olabiliyor bazı illerde. Bu toplum ruh sağlığı merkezlerinde hastalar çeşitli meşguliyet terapileri alıyorlar, düzenli olarak oraya gidiyorlar, çay/kahve içiyorlar, diğer hasta arkadaşlarıyla sohbet ediyorlar, hekimlerle görüşüyorlar, tedavi ekibiyle bir arada bulunuyorlar. Tüm bu süreçler bu hastaların şizofreni ve diğer ağır psikiyatrik hastalıklarla baş etmelerini kolaylaştırıyor. Az önce söylediğim 3 hastamızdan birisi 7 yıldır iyi giden ve ayda bir enjeksiyonlarla giden hastamızın da düzenli bir biçimde toplum ruh sağlığı merkezine gidip hizmet aldığını söylemek isterim. Oradaki doktor; ‘’Senin hasta olduğunu bilmiyor olsam bir yerde karşılaşsak konuşmalarından hasta olduğunu çıkarmam mümkün değil.’’ diyormuş. Yani sonuç olarak; uzun etkili enjeksiyonlar, doğru tedavi ve bu tamamlayıcı teknikler rehabilitasyon gibi toplum ruh sağlığı merkezlerindeki rehabilitasyon gibi burada sorulan grup tedavileri gibi yaklaşımlar en ağır hastalarımızın bile iyi neticeler almasına ve tekrar topluma kazandırılmasına ciddi katkı sağlamaktalar.


10) Yaklaşık bir yıldır boğazımda acı ve yanma var, fiziksel hiçbir rahatsızlık bulunamadı, hayat konforumu çok fazla bozdu, antidepresanlardan fayda görmedim. Hipnoterapiye başladım, o da daha yeni. Ne tavsiye edersiniz?


Doğrusu hangi psikiyatriste gidiyorsanız düzenli olarak ona devam etmenizi şimdilik öneririm eğer tedavilerden netice almazsanız başka bir hekimle de temas edebilirsiniz. Bu boğazdaki acı ve yanma eğer gerçekten başka fiziksel bir hastalıkla ilişkili değilse psikiyatrik bir hastalıkla ilişkili olabilir. Antidepresanların çeşidine göre fayda veren ve vermeyen olabilir ama uygun dozlara çıkmak her zaman önemlidir. Eğer tıbben açıklanmayan bir belirti ise bu antidepresanların da en uygun dozlara çıkılmasında fayda var. Genellikle hem hastaların hem hekimlerin atladığı bir konudur bu uygun dozlara çıkılmadığı için hemen hiçbir tedaviden doğru yanıt alınamaz ve hasta seneler kaybeder, hekimden hekime dolaşır, hastalıklar hakkında bir sürü yeni, saçma, karmaşık isimler vs. konulur hasta ve yakınları ciddi anlamda hayat konforlarını kaybederler. Dolayısıyla hekiminize devam etmeniz dozla ilgili eksiklikler varsa da onların giderilmesine çalışmak da fayda var değilse başka bir hekimden de görüş almak duruma ciddi bir katkı getirebilir.

 

Bu metin, Prof. Dr. Haluk Savaş’ın Ahval haber sitesi ve kendi Youtube kanalında yayınlanan ‘’Bir Tatlı Huzur Prof. Dr. Haluk Savaş’la Soru-Cevap Psikiyatri’’ programının yazılı halidir.